Yaşasın Cumhuriyet

Yazar :

Av. Yusuf Baratalı yazdı

Gölköy adında bir yer varmış Gelibolu’da

Televizyonda gösterdiler geçen gün.

Gelenek edinmiş köy halkı,

Ben kendimi bildim bileli bu böyledir

Diyor muhtar:

29 Ekim’de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını…

Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi

Kirvesi tutmuş kolundan

Yatırdılar bir kamp yatağına,

Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi

Elinde bıçağıyla,

Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:

Yaşasın Cumhuriyet diye

Bunun üzerine de ekran karardı

Korkarım bu, sade Gölköylülerin değil, umumuzun

Sade küçüklerin değil, büyüklerimizin de

Düştüğü bir tarihsel yanılgı

Çünkü sünnet değil, farzdır Cumhuriyet

CAN YÜCEL

Ekim sonbaharın en güzel aylarından biridir. Yaprakların sarardığı, kışın gelişinin hissedildiği tablo gibi günlerden geçiyoruz. Ülkemizde ve dünyada yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Ekim ayı benim için Cumhuriyet ve yeniden doğuş ayıdır. Bu nedenle bu yazıda Cumhuriyet üzerine düşüncelerimi aktarmaya çalışacağım.

Cumhuriyet, siyasi gücün halk ve temsilcileri tarafından paylaşıldığı bir devlet yönetim şeklidir ve yapısı gereği monarşinin yokluğu üzerine kuruludur.

Cumhuriyetin en yaygın kullanılış şekliyle halk yönetimi demek olduğu anlaşılmaktadır. Burada halk kendini yönetecek kişileri kendi seçmekte, kendi denetlemekte, her türlü yetkinin ve işlemin kaynağı halk olmakta, halkın üstünde hiçbir otorite bulunmamaktadır.

Dolayısıyla, halkın seçtiği yöneticiler ancak halkın temsilcileri olarak iş yapabilirler, eğer halkın seçtiği yöneticiler kendi isteklerini zorla kabul ettirmeğe kalkışırlarsa o zaman cumhuriyet yönetiminden söz etmek mümkün olmaz. Burada önemli bir nokta vardır ki o da cumhuriyet kavramının halk egemenliği ile içİçe olmasıdır. Cumhuriyet kavramında dayanak noktası olarak alınan halk egemenliği çoğunluğun baskı yönetimi biçiminde düşünülmemelidir. Cumhuriyet yönetimi halkın yönetimidir. Bu yönetim şeklinde yönetici konumunda olanların halkın menfaatini korumadan, ön plânda tutmaları, kendi menfaatlerini ön plâna çıkarmamaya çalışmaları gerekir. Aksi takdirde istibdat yönetimleri söz konusu olur. İşte halk egemenliği dediğimiz kavramda halkı oluşturan bireylerin tek tek istekleri söz konusu olmaktadır.

Atatürk’ün 6 temel ilkesinden biri olan cumhuriyetçilik devlet idaresinde ulusal egemenliği, ulusal iradeyi ve serbest seçimi esas kabul eden ilkenin adıdır. Bu yönetim tarzı, ulusal egemenlik kavramını en iyi temsil edecek devlet şekli olup demokrasinin de en gelişmiş şeklidir. Dolayısıyla, lâiklik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik, ulusçuluk yanında yer alan cumhuriyetçilik en çok önem verilendir.

Çünkü diğer oklara bakıldığı zaman bunlar çağdaş bir cumhuriyet kurmanın yolları ve yöntemleri olarak ortaya çıkmaktadır. Türk halkı yüzyıllar boyu monarşik ve oligarşik rejimler altında doğuştan gelen haklarını kullanamadan, boyunduruk altında yaşatılmış bir halktır. Cumhuriyetin ilanı ile egemenlik bir aileden ve tanrısal iradeyi kullandığını iddia eden bir gruptan alınarak halka teslim edilmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk hayatı boyunca hep planlı ve programlı bir hareket tarzı izlemiştir. Daha askeri lisede ve akademide okurken Fransız devrimini ve cumhuriyet kavramını incelemiş ve yaşama dair fikirlerini bu dönemde oluşturmaya başlamıştır.

28 Temmuz 1919 günü, yani Anadolu’ya çıkışından yaklaşık iki buçuk ay sonra Mazhar Müfit kansu ile sohbet ederken “Yaz Çocuk. Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır… Bu bir. İki Padişah ve Haneden hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır. Üç Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.” dediğinde Mazhar Müfit Kansu endişe ve şaşkınlık içerisinde elindeki kalemini düşürmüştür. Bunu ifade etmemdeki neden şudur ki; Mustafa Kemal’in en yakınındakilerin bile Cumhuriyet fikrine alışmaları uzun zaman almıştır. En yakın silah arkadaşlarından bazıları saltanatın ve hilafetin kaldırılmasına tepki göstermişlerdir. Beş-altı yüzyıllık bir imparatorluğu kaldırıp, yerine yepyeni bir devlet kurmak oldukça zordu. Böyle bir devleti kurarken en büyük devrim cumhuriyetçiliktir.

Atatürk’ün cumhuriyetçilik ilkesinin dayandığı başlıca ilkeler şunlardır.

a) Halkın Kayıtsız Şartsız Egemenliği: Atatürk’ün cumhuriyetçilik ilkesi, halk egemenliğini en İyi ve en sağlam biçimlerde temsil eden ve uygulayan bir rejimi ifade eder, Atatürk, halk egemenliği, halk yönetimi ve halkçılık gibi deyimleri öncelikle cumhuriyet kavramı yerine kullanıyordu.

b) Tam Bağımsızlık: Mustafa Kemal’e göre asıl olan Türk ulusunun onurlu bir biçimde yaşamasıdır. Bu da ancak tam bağımsızlıkla mümkün olabilmektedir. Yabancı bir devletin himayesini kabul etmek, özgürlükten yoksun olmak demek, diğer devletler karşısında bağımlı duruma düşmektir. Türk’ün onuru, kişiliği ve yetenekleri çok yüksektir, büyüktür. Böyle bir ulus esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Bundan dolayı Atatürk’ün cumhuriyetçiliğinde “ya bağımsızlık ya ölüm” temel ilkedir.

c) Ulusal Bütünlük: Ulusal bütünlük halk egemenliği ve tam bağımsızlık anlayışının doğal sonucu olmaktadır. Ulusal bütünlük politikasının temel belgesi ulusal andlaşma yani Misak-ı Millî’dir. Ulusal politika, ulusal sınırlar içinde, her şeyden önce kendi gücüne dayanarak varlığını korumak, ulus ve ülkenin mutluluğuna çalışmaktır.

d) Çağdaşlaşma: Çağdaşlaşmanın iki önemli boyutu vardır. Biri uygarlıktır, diğeri ise batıdır. Uygarlık her dönemde çağdaşlaşmanın hedefi ve yönü olarak her zaman vardır. Batı ise her dönemde değişebilir. 20. Yüzyılın başında en yüksek uygarlık Batı dünyası tarafından kurulmuştu. Ve temsil edilmekteydi. Atatürk döneminde de Batı uygarlığı çağın temsilcisiydi ve Atatürk çağdaşlaşmada Batı uygarlığını hedef almıştı. Atatürk’e göre, her görüş açısından uygar bir ulus olmalıyız. Düşünceler ve yaşam uygar olmalıdır. Atatürk’ün tüm devrimlerinde yüzyılın ışığını görmek ve her devrimde bu ışığın bir parçasının ülkeye yansıtıldığını izlemek olasıdır.

e) Lâiklik: Lâiklik, Türk devlet yaşamına ancak Cumhuriyetle birlikte girmiştir ve doğal olarak gelişimi de hep bu rejim içinde sürmüştür. Lâiklik yani din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, ilk önce hukuk alanında gerçekleşmelidir; başka bir deyişle, vatandaşın bütün yaşamına egemen olan hukuk alanında bu iş yapılmalıdır. Saltanatın, Halifeliğin kaldırılması gibi devrimler lâikliğin ön adımları olmuştur. Lâikliğin en büyük aşaması ise, Türk Medeni Kanunu’nun ve Borçlar Kanunu ile birlikte 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesi ile olmuştur. Tebaadan millete, kuldan yurttaşlığa geçişin ilk adımlarından biri de Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu’nun kabulüdür. Dolayısıyla Cumhuriyetin kuruluşunda lâiklik önemli bir yere sahiptir. Lâiklik uzun bir gelişimin sonucunda Türk toplumunun ana belirleyici öğelerinden birisi olmuştur.

f) Barışçılık: Barışçılık devletin temel ilkeleri arasında yer almaktadır. Cumhuriyet düzeninin çağdaş insanlık hedefleri doğrultusunda gelişebilmesi için çok büyük katkılar getirmiştir. Tüm ulusları insanlığın ayrılmaz bir unsuru olarak görmek, ayrım yapmadan saygı göstermek barışçıl tutumun ana özelliğidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin başlıca ilkelerinde birisi olan yurtta ve dünyada barış insanlıkla uygarlığın ilerlemesinde en esaslı etken olacaktır. 1923 yılında Adana ziyaretinde söylediği ‘Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye savaşa girebiliriz. Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir. Cümleleri Mustafa Kemal’in savaşa ve barışa yaklaşımının en açık ifade edildiği ifadelerdir.

Mustafa Kemal Cumhuriyete ve devrimlere giden süreci tasvir ederken kullandığı cümleler aslında Türkiye’nin o dönemde içinde bulunduğu durumu en iyi şekilde ifade etmektedir.

‘Uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar, yıllarca süren savaş… Bunlardan sonra içerde ve dışarda saygı duyulan yeni bir vatan, yeni bir toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için sürekli devrimler. İşte Türk Devrimi’nin kısa ifadesi.’

101. Yılını kutlamaya hazırlandığımız Cumhuriyet yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım koşullar altında ilan edilmiş ve devamında devrimlerle Türk aydınlanma süreci başlamıştır. 29 EKİM 1923 günü ülke nüfusu 13.000.000. 11.000.000 kişi köyde yaşıyor, 40.000 köy var. Bu köylerin 37.000’inde okul, postane ve dükkan yok. 30.000 köyde cami yok. Ülke genelinde hiç traktör ve biçerdöver yok. Ayçiçeği ve şeker üretimi yok. Un ve pirinç ithal ediliyor. Tüm ülkede sadece 5000 hektar sulanabiliyor. 5000 köyde sığır vebası var. 1.000.000 kişi frengi hastalığına kapılmış.2.000.000 kişi sıtmaya yakalanmış. 3.000.000 kişi trahomlu. Verem, tifo, tifüs salgını var. Bebek ölüm oranı % 40’ın üzerinde. Anne ölüm oranı % 18. Ortalama ömür 40 yıl. Ülkede sadece 337 doktor var. Sadece 60 eczacı var ve bunlardan sadece 8’i Türk. Diş hekimi sayısı 0. Sadece 4 hemşire var. 136 ebe var. Yanmış bina sayısı 115.000. Hasarlı bina sayısı 12.000. Tamamen yanmış köy sayısı 1000’den fazla. Liman, demiryolları ve madenler yabancıların elinde. Ülke genelindeki sermayenin sadece % 15’i Türklerin elinde.

Osmanlı’dan geride sadece Hereke İpek, Feshane Yün, Bakırköy Bez ve Beykoz Deri fabrikaları kalmış. Sanayi işletmelerinin % 96’sında motor bulunmamakta. 10 kişiden fazla işçi çalıştıran sadece 280 işyeri var. Bunların 207’si yabancıların. Kişi başı milli gelir 45 Dolar. Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta var.

Dört mevsim kullanabilen karayolu yok. Toplam otomobil sayısı 1490. Sadece 4 şehirde özel otomobil var. Mübadele ile 400.000 kişi gelmiş. Kadının eşit eğitim hakkı, meslek edinme hakkı yok. Boşanma ve velayet hakkı yok. Miras hakkı yok. Eşit işe eşit ücret hakkı yok. Ülke genelinde tiyatro, resim, müzik, heykel ve spor yok. Arkeolojik eserler padişahlar tarafından yabancılara hediye ediliyor. Ülke genelinde 4 farklı saat sistemi, 2 farklı takvim kullanılıyor. Dilimiz Arapça, Farsça ve Latin dilleri tarafından işgal edilmiş. Matbaanın ülkeye gelişinden sonra basılan toplam kitap sayısı 417. Gazete sadece İstanbul ve İzmir’de var. Erkeklerin sadece % 7’si, kadınların sadece % 0,4’ü okuma yazma biliyor. Okul yaşına gelen çocukların % 75’i okula ulaşamıyor. 4894 ilk okul, 72 ortaokul ve 23 lise var. Türkiye’nin tüm liselerinde sadece 230 kız öğrenci kayıtlı. Öğretmenlerin 1/3’ünün öğretmenlik eğitimi yok. Tek bir üniversite var. Medreselerde Türkçe yasak.

Uzun tarihsel bir süreci ifade etmeye çalıştığım yazımın sonunda mevcut cumhuriyetimize sahip çıkarak, onu koruyup geliştirmenin en önemli vatandaşlık görevlerinden biri olduğunu bilmenin bilinciyle bir gün istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen vazifeye atılmak için içinden bulunacağım şartların olmak ve durumunu gözetmeyeceğime, bu ahval ve şerait altında vazifemin Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak olduğunu asla aklımdan çıkarmayacağıma inancımla Ne Mutlu Türküm Diyene.

Ebedi uykunda huzurla uyuyunuz Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve yoldaşları.

Can Yücel’in çok sevdiğim bir şiiriyle başladığımız yazımızı Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet hakkında söylediği sözlerle sonlandıralım.

“Az zamanda çok büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir.

Bundaki başarıyı Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak kararlı bir şekilde yürümesine borçluyuz “■ 1933

(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, s. 272)

“Bugünkü hükümetimiz, devlet Örgütümüz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet örgütü ve hükümettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükümet ve hükümet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır”. 1927 (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, s.

435)

“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır. Ve Türk milleti güven ve mutluluğun kefili olan ilkelerle, uygarlık yolunda, tereddütsüz yürümeğe devam edecektir”. 1926 (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri III,

s. 80)

“Bütün dünya bilsin ki, benim için bir taraflılık vardır; Cumhuriyet taraftarlığı, fikri ve sosyal inkılâp taraftarlığı. Bu noktada, yeni Türkiye topluluğunda bir ferdi, hariç düşünmek istemiyorum”. 1924 (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, s. 189)

Kategori :
GenelaGündemaSiyaset

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir