Yaşamak

Yazar :

Ölüm, insanlık tarihi boyunca üzerine en çok düşünülen, korkulan ve anlamlandırılmaya çalışılan olgulardan biri olmuştur. Ancak, ölümden daha büyük bir kayıp var mıdır? Belki de asıl kayıp, ölüm değil, hala hayattayken yaşayamadığımız yaşamdır. Bu düşünce, bizi varoluşun derinliklerine götüren ve hayatın anlamını sorgulatan bir felsefi tartışmanın kapısını aralar. Peki, yaşamı yaşayamamak ne demektir? Ve belki de daha da önemlisi, kendimize zaman ayırmak, bu kaybı önlemek için nasıl bir rol oynar?

Yaşamak, sadece nefes alıp vermek, bedenin biyolojik işlevlerini sürdürmek midir? Yoksa yaşamak, kendini gerçekleştirmek, tutkuların peşinden gitmek, sevmek, keşfetmek ve anlam yaratmak mıdır? Eğer yaşamak, ikinci tanımda olduğu gibi bir “anlam arayışı” ise, o zaman birçok insanın aslında tam olarak yaşamadığını söylemek mümkündür. Çünkü yaşam, çoğu zaman rutinlerin, sorumlulukların ve toplumsal beklentilerin gölgesinde kalır. İnsan, kendi potansiyelini gerçekleştirmek yerine, adeta bir otomat gibi hareket eder.

Ölüm Korkusu mu, Yaşam Korkusu mu?

Ölüm korkusu, insanın doğasında var olan bir duygudur. Ancak, belki de asıl korkmamız gereken ölüm değil, yaşamı yaşayamamaktır. Çünkü ölüm, kaçınılmaz bir sondur; ancak yaşamı yaşayamamak, bir seçimdir. Ya da daha doğrusu, bir seçimsizliktir. İnsan, kendi hayatının kontrolünü kaybettiğinde, adeta bir izleyiciye dönüşür. Kendi hikayesinin kahramanı olmak yerine, başkalarının senaryosunda figüran olur. İşte bu, gerçek bir kayıptır.

Varoluşçu filozoflar, özellikle Jean-Paul Sartre ve Albert Camus, yaşamın anlamı üzerine derinlemesine düşünmüşlerdir. Onlara göre, yaşamın kendisi önceden belirlenmiş bir anlam taşımaz. İnsan, kendi anlamını kendi yaratmak zorundadır. Bu, özgürlüğün ve sorumluluğun bir yansımasıdır. Ancak, bu özgürlük aynı zamanda bir yüktür. Çünkü insan, kendi seçimlerinin sonuçlarıyla yüzleşmek zorundadır. Eğer insan, bu sorumluluğu üstlenmez ve kendi yaşamını anlamlandırmazsa, o zaman varoluşsal bir boşluğa düşer. İşte bu boşluk, yaşamı yaşayamamaktır.

Kendine Zaman Ayırmak: Yaşamı Anlamlandırmanın Anahtarı

Peki, yaşamı gerçekten yaşamak için ne yapmalıyız? Öncelikle, kendi değerlerimizi ve tutkularımızı keşfetmeliyiz. Toplumsal beklentilerin ve kalıpların ötesine geçerek, kendi iç sesimizi dinlemeliyiz. Kendimize şu soruları sormalıyız: Ben kimim? Ne istiyorum? Nasıl bir iz bırakmak istiyorum? Bu soruların cevapları, bizi gerçek anlamda yaşamaya yönlendirecektir.

Ancak, bu keşif süreci, kendimize zaman ayırmayı gerektirir. Modern dünyada, sürekli bir koşuşturma içindeyiz. İş, aile, sosyal sorumluluklar derken, kendimize ayıracak zaman bulmak neredeyse imkansız hale geliyor. Oysa ki, kendimize zaman ayırmak, yaşamı anlamlandırmanın en önemli adımlarından biridir. Kendimize zaman ayırdığımızda, iç dünyamızla bağlantı kurabilir, duygularımızı ve düşüncelerimizi daha iyi anlayabiliriz. Bu, bizi daha bilinçli ve özgür bir yaşama yönlendirir.

Kendine zaman ayırmak, herkes için farklı anlamlar taşıyabilir. Kimi için bu, bir kitap okumak, doğa yürüyüşü yapmak ya da meditasyon yapmak olabilir. Kimi için ise, yalnız kalmak, düşünmek ya da yaratıcı bir aktiviteyle uğraşmak olabilir. Önemli olan, bu zaman diliminde kendimizle baş başa kalmak ve içsel bir yolculuğa çıkmaktır.

Ayrıca, kendine zaman ayırmak, sadece bireysel bir tatmin değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur. Çünkü kendini tanıyan ve anlayan bireyler, çevrelerine de daha fazla katkı sağlar. Kendi potansiyelini gerçekleştiren insanlar, toplumun da gelişmesine yardımcı olur.

Yaşamı yaşamak, risk almayı gerektirir. Konfor alanımızdan çıkmak, yeni deneyimlere açık olmak ve hata yapmaktan korkmamak gerekir. Çünkü yaşam, bir deneyimler bütünüdür. Ve bu deneyimler, bizi biz yapan şeylerdir. Ancak, bu süreçte kendimize zaman ayırmak, bu deneyimleri daha anlamlı hale getirir. Kendimizi tanıdıkça, ne istediğimizi daha iyi anlarız ve bu da bizi daha mutlu ve tatmin olmuş bir yaşama götürür

Nazım Hikmet, “Yaşamak Şakaya Gelmez” şiirinde, yaşamın ciddiyetini ve önemini vurgular. Şiir, yaşamın sadece bir oyun olmadığını, ciddiye alınması gereken bir sorumluluk olduğunu hatırlatır. İşte o şiir:

Yaşamak Şakaya Gelmez

Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi mesela,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Ölüm, kaçınılmaz bir gerçektir. Ancak, asıl kayıp, ölüm değil, hala hayattayken yaşayamadığımız yaşamdır. Yaşamı yaşamak, kendi anlamımızı yaratmak, tutkularımızın peşinden gitmek ve kendi hikayemizin kahramanı olmaktır. Bu hem bir sorumluluk hem de bir özgürlüktür. Ve belki de gerçek anlamda yaşamak, tam da bu sorumluluğu üstlenmekle başlar.

Unutmayalım, yaşam bir hediye. Ve bu hediyeyi en iyi şekilde kullanmak, bizim elimizde. Kendimize zaman ayırarak, iç dünyamızı keşfederek ve kendi anlamımızı yaratarak, bu hediyeyi gerçekten yaşayabiliriz. Çünkü yaşam, sadece nefes alıp vermek değil, kendini gerçekleştirmek ve anlam yaratmaktır. Nazım Hikmet’in dediği gibi, “Yaşamak şakaya gelmez.” Onu ciddiye alalım ve gerçekten yaşayalım.

Etiketler :
·
Kategori :
GenelaGündemaSiyaset

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir