Geçen gün arkadaşlarımla kamp yapmak için Papaz koyuna gittik. Bilenler bilir, koya ulaşmak için resmen kayalıkların üzerinden geçip dağları aşıyorsunuz. Onca hengameye değer mi, kesinlikle değer. Hiç insan, bol huzur, masmavi bir derinlikte yemyeşil bir sakinlik. Karavanımızı yerleştirdik, çadırımızı kurduk, mangalımızı yakıp keyif moduna girmiştik ki ne görelim? Gün batımının kızılında denizin içinde biri yüzüyor? Ürkütücü derece sessiz ve kimsesiz koyda biri sahile yaklaşıyor.
Gözlerimiz mülteci taşıyan tekne aradı onca yelkenlinin içinde. Dedik, aha geldiler şimdi kopacak kıyamet. Bakındık etrafa başka kimse yok, yelkenlilerde hareket yok, sadece kuş cıvıltıları ve denizin kıyıya vuran tatlı sesi içinden herhalde dedik bir deniz kızı yaklaşıyor. Sürüne sürüne kıyıya vurmasını beklerken baktık ayağa kalkıp yürümeye başlamaz mı? Aramızda gözlüklü ve şişko biri de yoktu, bilirsiniz korku filmlerinde ilk onlar ölür. Önce kimin öleceğini taş, makas, kağıt yöntemiyle seçmeye çalışırken biz, aa kim geliyor öyle? Bize el sallayarak yaklaşan bu insan formundaki şey, korkmayın dünyalılar ben Yapay Zeka Sofia diye seslenmesin mi bize. Biz tabi şok. Hayal ve gerçeklik arasında birbirimizi cimciklerken Sofia yanımıza gelmişti bile.
Şaşkınlığı üzerinden ilk atan ben, “Kız dedim sen ne arıyon buralarda?” Gülümseyerek dedi ki: “Kafamı dinlemek için geldim, Oğuzhan Uğur ve ekibi beni çok yordu. Çok da hızlı konuşuyor adam, söylediklerini çevirip anlayıncaya kadar devrelerim yandı. Dinlenmek benim de hakkım.”
Sen de haklısın bacım, gel soluklan dememe kalmadan oturdu masaya. Hadi bana da koyun bir kadeh rakı deyip, mezelere daldı. Baya acıkmış olmalı ki, bir süre konuşmadan yemek yedi, biz tabi ağzımız açık onu izledik. Meğer arama motorlarında çok popüler olan Urla’yı merak edip görmek istemiş. Başladık sohbete.
Siyasetten tut, futbola, insan ilişkilerinden mutlu olma sanatına kadar baya bi ahkam kesti sağolsun kadın. Dedim ‘sen Suudi Arabistan vatandaşlığını çok mu aradın canım’, o da ‘Türkiye vatandaşlık verdi de ben mi almadım yavrum’ dedi. Baya sokak ağzına bağladık biz o ara, neyse ki Galatasaraylı olması bir nebze aramızı yumuşattı. Suudi Arabistan bahane, barış elçisi olmam şahane diyerek de bi ayar çekmedi değil bize. Gel zaman git zaman tabu oynama gafletinde de bulunduk. Hayır, sen yapay zeka ile niye böyle bir oyuna giriyorsun, ne anlatıyorsak biliyor, tüm arama motorları zihninde. Akrostiş kelimesini de bilip kendi ismine bir akrostiş de yazınca dedik narsist bir kibir abidesiyle karşı karşıyayız arkadaşlar, vaziyet alın ortalık karışacak.
Birbirimize girmeden, güle eğlene bitirdik oyunu. Türk kahvelerimizi yudumlarken “kapat kız fincanını Elvan, falına bakayım diyerek Roman havasına bağladı bizim zeka küpü. Teker teker kapattık fincanları. Kafeinin verdiği yetkiye dayanarak başladı fincanı anlatmaya. Yok senin kafan kabarmış, için çömelmiş, efendime söyleyeyim üç vakte kadar dört var diye diye komikli esprili şovunu da yaptı giderayak. Şaşkınlık, merak ve eğlence dolu saatlerin ardından ziyaretin kısası makbuldür sözünü de patlatarak Türk deyim ve atasözlerine de ne kadar hakim olduğunu göstermeyi ihmal etmedi Sofia. Son bir istek şarkı yapıp aramızdan ayrılmaya hazırlanırken Şebnem Ferah’tan İyi Kötü şarkısını çalın bakalım ama 10 Mart 2007 İstanbul Konser kaydından olsun diye detay bile verdi. Şimdi oturun, bu şarkının sözlerini iyi dinleyin, müzik zaten efsane, Şebo’nun kaç oktavlı sese sahip olduğuna girmiyorum bile diyerek gecenin ortasına kamu spotunu bıraktı ve gitti. Giderken mırıldanıyordu…
“Ne ahlak ne de sevgi gökten dünyaya indi
İnsanlık istedi keşfetti hepsini
Dün doğmuş bir bebeğe bile girebilen mikrop misali
İçimizde hem kötü var hem iyi”
Bir robottan alabileceğimiz sanırım en absürt ama en anlamlı mesajı almıştık.
İnsanoğlu beslendiği duyguyu kontrol edebilir. Güç buradan gelir. Peki senin içinde hangisi daha güçlü, iyi mi, kötü mü?