Merhaba dostlar. Urla Haber’de ikinci yazım aracılığıyla duygu ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım. İlk yazıdan gelen alışkanlık ve irdeleyeceğimiz gündeme uygun olarak bu defa da Nazım Hikmet’in Düşman adlı şiirini yazımızın başına koymaya karar verdim.

DÜŞMAN
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
Akar suyun
Meyve çağında ağacın,
Serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
– çürüyen diş, dökülen et-,
Bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
Dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
Bu güzelim memlekette hürriyet.
Bursa da havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasan’a düşman,
Fakir köylü Hatçe kadına,
Irgat Süleymana düşman,
Sana düşman, bana düşman,
Düşünen insana düşman,
Vatan ki bu insanların evidir,
Sevgilim, onlar vatana düşman…
Nazım Hikmet RAN
Anadolu ve Trakya bir yandan Asya kıtasının en batıdaki ucu, bir taraftan Avrupa kıtasının en doğu ucu, bir taraftan Ortadoğu’nun en yakın komşusu, diğer yandan Afrika’nın kuzey kısmına yakın bir coğrafyada bulunuyor.
Medeniyetin doğduğu Mezopotamya’nın önemli bir kısmı, tarihin başlangıç noktalarından biri olarak kabul edilen Göbeklitepe, diğer taraftan medeniyeti Avrupa’ya aktaran 12 İyon kenti bu topraklar üzerinde.
Ancak bu bereketli, kadim topraklarda ne yazık ki inanılmaz kötü olaylara tanık oluyoruz. Ülkemizde ve dünyada uzun bir süreden beri neredeyse gizli bir düşmanlık iklimi yaşatılıyor. Neredeyse 1 yıla yaklaşan İsrail-Filistin arasındaki savaşa varan çatışma ve ülkemize yakın coğrafyada yaşanan düşük yoğunluklu savaşlar hayata olan bağlılığımızı ve yaşama sevincimizi sorgulamamıza neden oluyor.
Ülkemizde uzun zamandır doğa ile adı konulmamış bir mücadele yaşanıyor. Ama bu mücadelede tarafların silahları eşit değil. İnsan tüm gücü ve saldırganlığı ile doğaya karşı adı konulmamış bir savaş açmış durumda. Ülkenin en verimli toprakları madencilik ve benzeri faaliyetler adı altında tarımdan ve doğal üretimden uzaklaştırılıyor.
Binbir çeşit sebze meyvenin yetiştiği topraklar üzerinde pazara gidip yeşil renkli, ekşi, elma görünümünde bir meyve satın alıyoruz.
Çocukluğumuzda yediğimiz Amasya elmasını, Konya’da yetişen her biri neredeyse küçük bir kavun büyüklüğünde olan elmaların tadını günümüzde bulabilen var mı?
Dünyanın en verimli toprakları olan Mezopotamya ovasını beton yollar, plansız barajlar ve benzeri inşa faaliyetleri ile tarım üretimi dışına çıkarıyoruz. Sonra buğday üretimi için Sudan’da arazi kiralama yoluna gidiyoruz. Ve devletimiz bu projenin başarısızlığa uğradığını ve ciddi ekonomik zarar ortaya çıktığını açıklıyor.
Bu ülkede ağaç olmak, bitki olmak bile çok güç.
Siyasal iktidar 2024 yasama yılının ilk bölümünde bir Hayvanları Koruma Kanunu’nda önemli değişiklikler yapılmasını sağladı. Toplumda uzun süre tartışılan bu yasa bulaşıcı hastalığı bulunan, davranışları insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen durumlarda veteriner hekim tarafından ötanazi yapılmasına karar verileceği kanun metnine girdi.
Evrende yaşamın başlangıcını ve devam eden seyrini izah etmeye çalışan teorilere göre evrimini en son tamamlayan canlılardan biri insandır. Şimdi insanlar kamudan aldıkları güce dayanarak, kendisinin dünya üzerindeki çoğalma hızına çare bulamamışken, sokağa attığı ya da bir yuva bulamadığı hayvanları kısırlaştırma yoluna da başvurmadan en kolay yöntem olarak öldürme yoluna gidiyor. Bu yöntem de o kadar güzel ambalajlanıyor ki ‘hayvana acı çektirmeden, verilecek bir ilaç ile uyutulacaktır’ deniyor. Ambalaj gösterişli ama işin gerçeği öyle değil. Gelişen teknolojiden faydalanarak internet üzerinde zehir verilmek suretiyle ‘uyutulan’ bir hayvanın ne kadar çok acı çektiği, nasıl bir zulme maruz bırakıldığını görmek mümkün. Hayvanlara bu uygulamayı yaparak acı çekerek ve çırpınarak ölmelerine neden olacak peygamberimiz Hz.Muhammed’e atfedilen, ancak yaptığım araştırmada peygamberimizce söylendiğini doğrulayamadığım, zihniyetin zulmün karşısında susan dilsiz şeytandır sözünü çok sık kullanması da çok ilgi çekici bir durum. Doğacağı ve yaşayacağı yer ve koşullar hakkında seçme hakkı olmayan, konuşamadığı için kendini savunamayan, insandan önce dünyada olan hayvan hakkında karar verilmesinin yaşamın ve dünyanın doğal dengesine müdahale olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ve maalesef Türkiye’de hayvan olmak da çok zor.
Yaklaşık 1,5 aydan beri Diyarbakır’da önce kaybolan ve bir süre sonra cansız bedenine ulaşılan küçük Narin olayını yaşıyoruz. 21 Ağustos’ta ortadan kaybolmasıyla gündeme gelen küçük Narin olayı bir kayıp vakası olarak başladı. 8 Eylül’de bir çuval içerisine yerleştirilmiş ve bir dere yatağına gömülmüş cansız bedenine ulaşılması ile bir cinayet vakasına dönüştü. İlerleyen süreçte annesi, abisi ve amcasının içerisinde bulunduğu birçok yakın akraba ve tanıdıkları tutuklandı. Adli tıbbın ilk bulgularına göre küçük çocuğun kaybolduğu gün boğularak öldürüldüğü ortaya konuldu.
Boğularak öldürülmeyi anlayabilmek için bir süre nefesinizi tutmak ya da bir süre suyun altında beklemek gerekmekte. Dalma merakı olanlar suyun altında kalmanın zorluğu, bu süre içerisinde insanın ne duygular içerisinde olabileceğini daha iyi anlayacaktır.
Bu olayın en vahşi yanlarından biri de ailenin neredeyse tamamının küçük Narin’i susturmaya karar vermiş olmaları ve bunun için de en son kullanacakları yöntem olan yaşama son vermeyi tercih etmiş olmalarıdır. Ve yine bu olayın en akıl almaz yanlarından biri İtalya mafyasının Omerta Yasasının (Suskunluk Yasası) bu olayda çok profesyonelce uygulanmakta olmasıdır. Herkes her şeyi biliyor, ama kimse konuşmuyor ya da konuşamıyor. Bir anneyi, bir evladı kardeşini öldürerek susmasını sağlayacak derecede saklanması gereken sır nedir?
Burada feodal bir düzen içerisinde insan hakkının, hayvan hakkının, doğanın hakkının egemen güç karşısında hiçbir öneminin olmadığını görüyoruz. Bu ülkede kadına, çocuğa her türlü eziyet, taciz ve benzeri kötü muamele her zaman vardı ve bu kötü eğitim devam ettiği sürece var olacak. Çünkü bizler anayasal haklarımızı yeterince bilmiyoruz, koruma yolları konusunda kasıtlı olarak bilinçlendirilmiyoruz.
Siyasal iktidarın paydaşlarından biri 2023 yılı genel seçimlerinde bekar ve yalnız yaşayan kadınları sahiplendireceğini seçim vaadi olarak açıkladı. Ülkemiz yargı sisteminde davalar uzun bir yargılama aşamasından geçiyor. Çekişmeli bir boşanma davasının sonuçlanarak boşanma kararının kesinleşmesi 3-4 yılı bulabiliyor. Mağdur ve güçsüzü koruması gereken kağıt üzerinde yazılı bulunan yasların işletilmesi zaman zaman çok zor ve uzun süreçler gerektiriyor.
Tüm bu olumsuz sürece baktığımızda bu noktaya nasıl geldiğimizi tartışmak gerekiyor. Kapitalizm ve liberalizm kişiyi hayatın en önemli unsuru olarak değerlendiriyor. Doğru insan için yaşam hakkı en önemli ve vazgeçilmez hak. Ancak bu hakkın vahşice kullanılması yaşamdaki diğer paydaşların da aynı hakkı kullanmalarına engel oluyor. Egemen gruplar kendi çıkarları için doğayı yok ediyor, hayvanlara zarar veriyor, kendileri dışındaki insanları bir Pazar olarak ya da çalışan olarak görmek istiyor. Egemen sermaye en az harcama ve maliyet ile en yüksek kara ulaşmaya çalışıyor. Yol yapıyor ancak mühendislik biliminden faydalanmadan yaptığı için akarsuların yataklarını kestiği ya da değiştirdiği için Karadeniz gibi bir bölgede 20 yıldır sellerle uğraşıyor, insanımızı, doğamızı feda ediyoruz.
Ormanlarımızı yakıyoruz, yanan yerleri imara açıp oteller dikiyoruz. Sonra o otellerin arkasında kalan toprakları yeşile boyayarak kendimizi kandırıyoruz.
Bütün bu süreci tersine çevirme olanağına da sahip olmamız ise en büyük tesellimiz. 20.Yüzyıl başında Dünya savaşı cenderesine giren, ardında emperyalizme karşı dünyada ilk mücadeleyi başlatan büyük önder Mustafa Kemal halkına güvenerek çıktığı mücadelede yanmış yıkılmış bir ülkeden bir ulus yaratarak, bu ulusun uygar devletler arasında saygın yerini almasını sağlamıştır. Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra kültür ve sanayi devrimini hedeflemiştir. Çünkü çağdaş uygarlık seviyesine ulaşabilmenin yolu sanayileşme ve kültürel gelişme ile olacaktır.
İçinde bulunduğumuz karamsar ortamda kadının, çocuğun, doğanın, hayvanın hakkını koruyabilmemiz için kültürel gelişimimize önem vermek, yaşadığımız coğrafyayı tanımak gerekiyor. Bu topraklarda yaşamış Yunus Emre, Hacı Bektaş, Nasreddin Hoca, Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa, Karacaoğlan, Köroğlu, Hacı Bayram Veli, Mevlana ve benzeri düşünür ve ozanları, Nazım Hikmet, Abidin Dino, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Neyzen Tevfik gibi şair ve yazarları, bize ısrarla unutturulmaya çalışılan toplumsal değerlerimizi tanımadan bu toprakları tanımanın ya da anlamanın yolu olamayacağını düşünüyorum.
Büyük önder Gazi Mustafa Kemal’in dediği gibi ‘Umutsuz durumlar yoktur. Umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim…”
Şiirle başladık, şiirle bitirelim. Nazım Hikmet ile başladık Ülkü Tamer ile bitirelim. Selam olsun…
SELAM OLSUN
Selam olsun dağa taşa
Yaranlara selam olsun
Ormandaki kurda kuşa
Cerenlere selam olsun
Dünya üstü kara zindan
Boynumuzda yağlı urgan
Yolculardan hancılardan
Soranlara selam olsun
Ölüm canın has yoldaşı
Diken gülün gönüldeşi
Kar altında deniz düşü
Kuranlara selam olsun
Kağıdımız çaput bizim
Kefenimiz bulut bizim
Mesleğimiz umut bizim
Kuranlara selam olsun
ÜLKÜ TAMER