Umudunu kaybetme

Yazar :

Nerede bir can ölse, oralı olur yüreğim. Olmalı zaten… Olmazsa insan olmaz yüreğim. Ahmed Arif

Pazar gecesi uyuyup, ertesi gün işine gidecek işçi, dükkanını açacak esnaf, okuluna gidecek öğrenci, sevgilisi ile buluşacak genç, yola çıkacak şoför, Nemrut’a çıkacak, Hatay sokaklarında gezecek, Urfa’da Balıklıgöl’de balıklara yem atacak gezginler gibi hepimiz o gece o saat o anda enkaz altında kaldık.

Kahramanmaraş’ın merkez üssü olduğu depremle, doğduğum ilk gençlik yıllarıma kadar yaşadığım memleketim Urfa da dahil olmak üzere 10 ilimiz ve komşumuz Suriye’de yaşanan bu yüzyılın en büyük felaketinden sonra sabah açtığım televizyonun karşısında adeta çakılı kaldım. O gün işe gidemedim. Bakıyordum ama gördüğümün ne olduğunun ayırdında olamıyordum. Duyuyordum ama ne konuşulduğunu anlamıyordum.

Felaketin korkunçluğunu birkaç saat sonra anlamaya başladık. İlk depremde yıkılmayan darbe almış binaların ardı ardına kağıttan evler gibi yıkılışını ve ilk deprem sonrası binadan çıkıp acil ihtiyaçları için o binalara tekrar girenlerin enkaz altında kalışını adeta canlı yayında izledik.

Herkes harekete geçti herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor. Herkes elinden geleni sağlamaya çalışıyor. Yurt içinden yurt dışından; kurumlar, kuruluşlar, dernekler, partiler, şirketler, kişiler… Her dakika bir yerlerden bir ihtiyaç listesi geliyor. Kamyon kamyon, TIR’lar dolusu katar katar yardımlar, malzemeler gidiyor. İhtiyaç ne? Tam bilen yok, nerede kimin neye ihtiyacı var bilen yok. Bu kadar plansız programsız ama çok çok iyi niyetle herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor. Minnettarız ama keşke planlanabilse gerçek ihtiyaçlar, en çok ihtiyaç duyulan yerlere ve zamanında ulaşabilse.

Malzemeler yola çıkarken TIR ve kamyon önlerinde farklı farklı pankartlarla poz verenleri görüyoruz. Kamyonlar yola çıkarken farklı pankart, yolda farklı pankart takıyor. Enkaz altındayız her şeye ihtiyaç var kimin gönderdiği ne kadar önemli olabilir ki?

Yardımların yerine ne kadar ulaştığını veya ulaştığı yerde yaşadığı felakete rağmen duruşunu bozmayan asil milletimize ulaşamadan bölgeye getirip yerleştirdiğimiz  din kardeşlerimiz Suriyeliler tarafından nasıl yağmalandığını izliyoruz. Gönderilen kılık kıyafetin giysi dağları halinde döküldüğünü, insanların içinden kendilerine uyanı seçmek için uğraşlarını izliyor, utanıyoruz.

Sabah banyoya giriyor, ihtiyaç gideriyor utanıyoruz, yüzümüzü yıkıyor utanıyoruz, sıcak evimizde oturuyor utanıyoruz, sofraya oturuyor utanıyoruz. Yatağa giriyor utanıyoruz, uyuyamıyoruz. Bu utanç bize…

Ama depremden 3-5 gün önce ev sahibi olduğunu sosyal medyada paylaşan depremde o evin enkazının altında kalan insanlara o güvensiz konutları, yapan, satan denetlemeyen, göz yuman utanıyor mu acaba?

Çok sevdiğim bir Psikiyatri Profesörü dostum insanların güven duyguları en çok zarar görür böylesi durumlarda dedi. Kurtulan, enkazdan çıkarılan insanlarımızın güven duyguları neyse benim de o…

Bin yıllar, yüzyıllar boyunca iklim koşulları, jeolojik yapı ve çatışma alanları gibi afetlerin meydana gelmesine uygun bir coğrafyada yer alan ülkemizde, afetlere yönelik sistematik çalışmalar yapıl(a)mamasının eksikliği her zaman hissedilmiştir.

Deprem, terör, salgın, sel, çığ gibi geçmiş dönemlerde büyük afetler yaşayan ve halen bu son yaşadığımız deprem gibi afet riskleriyle karşı karşıya olan Türkiye’de, afet-toplum ilişkisinin sosyolojik perspektiften de ele alınmasının bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum.

Afetler, teknik boyutlarının çok öncesinde toplumsaldır. Bunun içindir ki böylesi yıkıcı bir deprem yaşandığında, deprem bilimcilerin medyaya çıkartılarak bilimsel (!) tahminlerini ifade etmelerinden çok veya en az o kadar sosyal ilişkileri, toplumun psikolojisini, sosyal politikaları, bütünleşik afet yönetimi gibi konuları dile getirebilecek sosyal bilimcilerin ve özelde sosyologların analizlerini ifade etmelerine de imkân tanınmalıdır. 

Hatta bu tartışmalar, afetlerin yaşanmasından hemen sonra değil afetlerin gerçekleşmesinden çok önce yapılmalıdır. Afet sosyolojisi ile ilgili her çalışma, Türkiye’nin afetle mücadelesine katkı sağlayacak yeni bilgi ve bulgular ve katkılar, toplumumuzun afet kültürünün gelişmesine, böylelikle afete dirençli toplum niteliği kazanmasına da yardımcı olacaktır.

Kahramanmaraş’ta enkaz altında kalan 24 yaşındaki Doğan Akköy, depremin üzerinden 64 saat geçmesinin ardından, Antalya Büyükşehir Belediyesi arama kurtarma ekiplerinin çalışması sonucu sağ olarak kurtarıldığını ve enkazdayken duvara ‘Umudunu kaybetme’ yazdığını okudum.

Canım Doğan’ın enkazda yazdığı gibi bende diyorum ki “Umudunu kaybetme”…

Etiketler :
Kategori :
Genel

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir