Selam olsun

Yazar :

Yusuf Baratalı yazdı:

Eylül toparlandı gitti işte

Ekim filan da gider bu gidişle

Tarihe gömülen koca koca atlar

Tarihe gömülür o kadar.’

Turgut Uyar

Türkçe’nin en önemli şairlerinden Turgut Uyar sonbaharı yukarıdaki dörtlüğüyle karşılamış. Eylül ile başlayan sonbahar doğanın bir anlamda deri değiştirdiği ve kışa hazırlandığı bir süreçtir benim gözümde. Güneşin yaz boyunca gönderdiği yakıcı ışınlarının azalmasından mı yoksa sararan yapraklardan mı bilemiyorum sonbahar bir veda mevsimi gibi gelir bana.

Bu sonbahara da bir kayıpla başladık. Varlığıyla hayatımıza neşe getiren bir aile ferdimizi, eniştemizi kaybettik. Ama bu kayıp sadece fiziki olarak bir kayıp yoksa bizim bağımız hala devam ediyor.

Ülkenin olağanüstü ateşi hiç düşmeyen gündemine yakından bakmak gerekirse bugün itibarı ile kendi siyasal tabanlarını harekete geçiren ve önümüzdeki dönemde ülke siyasetine açık etkileri olan siyasal liderler adeta iktidarın koltuk kaybetme endişesi nedeniyle siyasallaşmış yargı eliyle terbiye edilmeye çalışılıyor.

Selahattin Demirtaş ve Ekrem İmamoğlu cezaevinde, Ümit Özdağ kısa bir süre önce tahliye oldu.

Bu süreci tahlil edebilmek için yaklaşık 15-20 yıl geriye bakmak gerekiyor. Bu yazıda da tarih var ama yakın tarih. AKP 2002 yılında yapılan genel seçimlerde bir önceki mecliste bulunan partilerin siyasal ve ekonomik başarısızlıkların faturalarını ödemeleri sonucu % 35 oy alarak meclisin % 60’ından fazlasını siyasal olarak ele geçirdi. İçinden geldikleri milli görüş geleneği dolayısıyla askere mesafeli olan AKP iktidarının ilk yıllarında AB rüyası ile demokratikleşme sloganları ile hukuki, siyasi ve ekonomik reformlara imza attı.

Ancak içinden geldiği siyasal hareketin gelenekleri nedeniyle ve iktidarının görünmeyen ortaklarının bastırması ile özellikle 2008 sonrası milli görüşün tutucu geleneğine geri döndü. 2007 yılından itibaren askeriyenin itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı isimli davalar (Ergenekon, Balyoz, Askeri casusluk vb.) ve özellikle 2010 yılında yapılan anayasa değişikliğinin olağanüstü pazarlanması ile adeta askeriyeye düşmanlık yapmak demokratikleşmenin ön şartı gibi kabul edildi. Oysa bizim geleneğimizde asker düşmanlık düşmana askerlik demekti. Askeri yargının kapatılması, ileriki yıllarda genelkurmayın milli savunma bakanlığına bağlanması ve benzeri hamlelerle siyasal iktidar askeriyeyi kendine bir tehdit olduğu algısı yaratarak zayıflatmaya özen gösterdi.

Özellikle 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği için terör örgütü lideri Fettullah Gülen’in mezardaki ölülerinizi bile kaldırıp oy kullandırın dediğini unutmayalım. Bu söz ile Sayın Cumhurbaşkanı’nın son ABD seyahatinde Başkan Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilişkisi hakkında “Haksız bir şekilde sürgünde olduğum dönemde bile devam etti ki hileli seçim sonucuydu” dedi, hemen ardından işaret parmağıyla Erdoğan’ı göstererek, “Hileli seçimleri herkesten daha iyi bilir” şeklindeki sözlerinin art arda okunması çok anlamlı görünüyor. ABD Başkanı’nın bu hadsiz sözünün 21. Yüzyılda ulusumuza yapılan en kötü yakıştırma olduğunu düşünüyorum. Hile yapmakla suçlananların bu ziyaretten büyük başarı sağlayarak döndüklerini ve bunu övünerek anlatmaları da ayrıca dikkat çeken bir konudur.

Ancak gazeteciliğin son 25 yılda geldiği nokta düşünüldüğünde her sektörde yaşanan derin yozlaşmadan etkilenmemesi de olanaklı değildi. Ancak basın öyle bir kuvvettir ki şiirde söylendiği gibi ‘Bütün renkler hızla kirleniyordu. Birinciliği beyaza verdiler.’ Bazı meslekler kir göstermez ancak basın sektörü bunların dışındadır.

2016 referandumunda oy kullanma devam ederken Yüksek Seçim Kurulu’nun mühürsüz oy pusulası ve zarflara izin vermesi Sayın Cumhurbaşkanı’na bu konuda sorulan soruya ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ demesi unutulmamalıdır.

2010 referandumu ile düzeni bozulan yargı sistemi bugün tümüyle alarm vermektedir. Ergenekon, Balyoz ve diğer isimli davalar olarak adlandırılan davalarda ülkenin yurtsever aydınları uzun yargılamalar sonucu çok ağır cezalara çarptırılmış ve hatta 26. Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ terör örgütü kuruculuğundan ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır.

Unutulmamalıdır ki bu davada terör örgütü yöneticilerinden Şemdin Sakık gizli tanık olmuştur.

1960’lı yıllardan beri bir yabancı istihbarat projesi olan Fettullah Gülen 15 Temmuz 2016’da hain darbeye girişmiş ve yurtsever ordunun kendisine yol vermemesi sonucu bu hain darbe girişimi kadük kalmıştır. Darbe girişimi sonrası ev sahibinin talimatı gereği kirasını Bank Asya’ya yatıran memurlar meslekten ihraç edilirken bank Asya’nın açılış kurdelesini kesenler bu durumdan hiç sıkıntı yaşamamışlardır.

Siyasallaşan yargının yukarıda belirtilen isimli davalar dışında Van 100. Yıl Üniversitesi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan ve benzeri davalarda aldığı tavır asla unutulmamalıdır.

2023 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda muhalefette bulunan partilerin önemli bir kısmında lider ve kadro değişiklikleri yaşandı. Bu değişiklikler sonucu AKP iktidarı yerel yönetimlerde 20 yıldır kurmuş olduğu siyasal üstünlüğü kaybetti.

Ülkenin en büyük şehirleri, sanayileşmiş ve ülkenin katma değerinin çok büyük kısmını oluşturan şehirler AKP’nin elinden çıktı. AKP Anadolu’nun iç kısmında ve Karadeniz’in belli kısımlarında sıkıştı.

Cumhuriyet Halk Partisi bugüne kadar seçim kazanamadığı ilçe ve illerde önemli başarılar gösterdi. Lider değişikliği sonrası önceki yazılarımda da yazdığım Yozgat mitingi siyasal olarak incelenmesi gereken bir vaka haline geldi.

CHP ülke tarihinde ilk defa sokağa sandık kurarak cumhurbaşkanı adayını kendi üyelerine ve sokaktaki farklı siyasi görüşe sahip vatandaşlara oy hakkı vererek bir ön seçim yaptı. Yapılan bu ön seçime 1.653.000’i CHP üyesi yaklaşık 15.000.000 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı katılarak Ekrem İmamoğlu’na oy verdi. Sayın Cumhurbaşkanı’nın 2023 seçimlerinde 27.133.000 oy aldığı düşünüldüğünde parti içi bir ön seçime gösterilen bu ilginin 3 yıl sonra yapılacak seçimlere nasıl yansıyacağını siyasal bilimcilerin hesaplamaya başladığını düşünüyorum.

Ön seçimden kısa bir süre sonra Sayın Ekrem İmamoğlu hakkında başlatılan birden fazla soruşturmada tutuklandı. Bu davalardan benim ilgimi en çok çekeni ise rüşvet verdiğini iddia eden bir kişinin soyut olduğu düşünülen iddiaları üzerine yapılan soruşturmada yapılan tutuklamalardı. Şüpheliyi mahkemeye getirip şu itirafçı sana rüşvet verdiğini iddia ediyor, o rüşvet verdiğini itiraf ettiği için ceza almayacak ama sen kendini bu soyut iddialara karşı savunmak zorundasın dendiğinde hukukun tık dediği noktaya geliyoruz. Bugüne kadar öğrendiğimiz hukukta müddeinin iddiasını (iddia sahibinin) ispat etmesi gerekirdi.

Bu olayların hemen sonrasında başlayan protesto gösterileri oldu. Bu gösteriler bir siyasi parti tarafından bile örgütlenemeyecek derecede kendiliğinden ortaya çıkan gösterilerdi. Kimsenin yaralanmadığı, taciz edilmediği, protestocuların gösteri sonrasında alan temizliği yaptığı günleri yaşadık. Ancak önceden izin almaksızın herkesin toplantı ve gösteri yürüyüşü yapması hem evrensel hukuk kuralları hem de mevcut anayasa tarafından teminat altına alınmış olmasına rağmen üniversite öğrencileri tutuklandı. En üst sınırdan ceza alsalar bile yatarı olamam suçlardan aylarca ceza evinde tutuldular, sınavlarını kaçırdılar. Evrensel ve anayasal protesto haklarını kullandıkları için okulları uzadı ve hayata geç ve darbe yemiş bir şekilde atılmak zorunda kaldılar.

1 Mart 2025 tarihinde dolar kuru 35,46 TL, euro kuru 37,79 TL iken aradan geçen aradan geçen 7 ayda dolar kuru 41,67 TL, euro kuru 48,93’e çıktı. Altın tüm bu siyasal istikrarsızlık ve hukuksuzluk neticesinde tarihi zirve olarak 5160’ların üzerine çıktı.

Yazının başından bu yana hukuk, siyaset ve ekonominin birbiri ile ne kadar yakından ilgili olduğunu ifade etmeye çalışıyorum. Dolarda 1 liralık artış, dış borçta 527 milyar 500 milyon liralık ek faturaya neden oluyor. Bu miktar yaklaşık 23 milyon 873 bin asgari ücrete denk geliyor.

Ülkenin yıllardır uyguladığı IMF ve Dünya Bankası reçeteleri ile geldiğimiz nokta ortada. Dış İşleri Bakanımız Hakan Fidan’ın ABD’de yaptığı açıklama ile milli savaş uçağımız Kaan’ın motorlarının ABD’den ithal edildiğini öğreniyoruz. Yerli ve milli uçağımızın motor harici kısımlarının yerli ve milli olduğunu ve ABD ile yaşadığımız problemler nedeniyle bir süredir bu motorları alamadığımızı, ABD ile yaşanan problemlerin çözülmesi ile uçak motorlarının alınabileceğini öğreniyoruz. Endonezya’ya sattığımız uçaklar ya motorsuz gitti ya da teslimatta gecikme olacak gibi görünüyor.

Gündemin yoğunluğu nedeniyle yazı biraz yamalı bohça gibi görünse de yakın zamanda yaşadıklarımız benim gözümle değerlendirmeye çalıştır. Siyasal iktidarların seçimle gelmesine demokrasi denir bu aynı zamanda seçimle gitmeyi de içerir. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra İsmet İnönü’ye seçimi kaybettiği hatırlatıldığında ‘En büyük yenilgim en büyük zaferimdir’ demiştir.

Şiirle başladık şiirle bitiriyoruz.

Bizi esir ettiler,

bizi hapse attılar:

beni duvarların içinde,

seni duvarların dışında.

Ufak iş bizimkisi.

Asıl en kötüsü:

bilerek, bilmeyerek

hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması…

İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,

namuslu, çalışkan, iyi insanlar

ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık…

Seni düşünmek güzel şey

ümitli şey

dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.

Fakat artık ümit yetmiyor bana,

ben artık şarkı dinlemek değil

şarkı söylemek istiyorum.

NAZIM HİKMET

Duvarlar arasında yüreğinde özgürlük ve adalet düşü kuranlara selam olsun.

Etiketler :
Kategori :
GenelaGündemaSiyaset

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir