Ölüm!

Yazar :

Yusuf Baratalı yazdı:

Düşerse bir şahan ayağına,

Ağlarsa bir sabah gül dalı,

Kalırsa bir yavru yetim,

Adın kalleş olsun.

ENVER GÖKÇE

2025 Yılı güzel haberlerle beraber ayrılık ve ölüm haberleri ile de birlikte geldi.

Aç kapıyı Veysel efendi bu dünyaya güzellikler katmış insanları sizlerin yanına yolluyoruz. Sevgili üstad Yaşar Kemal, Selim İleri geliyor; ona sahip çık.

Müslüm baba Ferdi abiye acemilik çektirme. Münir Özkul ve Adile Naşit Sezai Altekin, Bedia Ener, Şinasi Yurtsever ve Emin Gümüşkaya’ya o tarafın kurallarını anlatın. Anadolu türkülerinin gür sesi yetim Ruhi Su Kahyalı Mıçe sana emanet. Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu Deniz Arman yazılarına sizin gözetiminizde devam edecekmiş. Türk Sinemasının en zarif hanım efendisi Belgin Doruk ve Fatma Girik sinemamızın dört yapraklı yoncasından biri Filiz Akın size emanet. Türk Rock Müziğinin efsanesi Erkin baba ve Karadenizin gür sesi Kamil Sönmez, Edip Abi ve Volkan Konak sizlerle ortak koro kuracakmış. Ve tüm yukarıda sayılan sanatçıların bu ülkede özgürce sanat yapmalarına olanak sağlayan Gazi Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Karaoğlan Bülent Ecevit, Yağız oğlan Deniz Baykal, sevgili İsmail Cem ve Ahmet Taner Kışlalı öteki tarafın kıdemlileri olarak yeni gelenlere ağabeylik yapmak sizlere düşer. Deniz, Yusuf, Hüseyin, Mahir, Ali İsmail, Berkin sizler de az kıdemli değilsiniz, abilerinize ablalarınıza mukayyet olun.

Ölüm zor alışılan bir olgu. Oysa en genç olduğumuz gün doğduğumuz gün. Sonraki her gün yaşamın sonuna bir adım daha yaklaşıyoruz. Bu durumun bilinci ile yaşadığımız her günün hakkını vererek yaşamak gerekir diye düşünüyorum.

Güncel konulara gelecek olursak bu yazıda ülke siyaseti üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. 12 Eylül 1980 tarihinde ‘Bizim çocuklar başardı ‘cümlesiyle hafızalara kazınan Nato ve ABD destekli askeri müdahale sonucunda darbe komuta konseyi gözetiminde hazırlanan ve anti demokratik ortamda halk oyuna sunularak kabul ettirilen 12 Eylül Anayasası mantık olarak ABD ve İngiltere’de bulunan iki partili parlamenter demokratik sistemi öngörmekte idi. Komuta konseyi ve devamındaki siyasal iktidar ülkede yaşanan tüm siyasal sorunları mevcut siyasilere ve siyasi partilere yüklediler.

Geçmişin kötü yönetiminin ve uluslararası sorunların tüm bedeli mevcut siyasi partilere ödetildi. Tüm sivil toplum kuruluşları, iş ve emek örgütleri ve benzeri toplumsal muhalefeti organize edecek kurumlar kapatıldı, bu organizasyonu idare edecek siyasiler yasaklarla siyasi arena dışına çıkarıldı.

İşçilerin örgütlenme haklarına kısıtlamalar getirildi, devrimci sendikal hareket pasifize edilirken sarı sendikalara yol verildi. Çok uzun süren ve tutuklu devam eden yargılamalar sonucu toplumun önemli bir kısmında politikaya karşı bir çekinceli duruş ortaya çıktı. Ekonominin temel kuralı kötü para iyi parayı kovarda olduğu gibi mevcut askeri cunta ve diğer koşulların önünü kapadığı deneyimli politikacılar sahneden çekilirken bir taraftan darbe yönetiminin yolunu açtığı dört eğilimi birleştirdiğini iddia eden Turgut Özal’ın Anavatan Partisi ve bu dönemin siyasal figürasyonunu tamamlamak açısından Necdet Calp’in Halkçı Partisi ile Turgut Sunalp’in Milliyetçi Demokrasi Partisi siyasi arenaya sürüldü.

Antidemokratik ortamda ve ağır siyasal yasakların gölgesinde gerçekleşen seçimlerde ANAP iktidara geldi.

Bu dönemden sonra mecliste bulunan muhalefet partilerinin yetersizliğinden şikayet eden meclis dışı muhalefet Erdal İnönü, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş gibi eski ve yeni siyasal aktörleri devreye aldı.

Düalist yani iki partili bir siyasal sistem öngören darbe yönetimi ve onun hazırladığı 1982 Anayasası hiç öngörmediği bir siyasal tablo ile karşılaştı. 1990’lı yıllarda amblemi davulun içinden geçen jaguar olan parti gibi bir çok siyasal aktörü henüz unutmadık.

ANAP’ın ezici ve baskıcı merkezi iktidarına karşı 1989 yerel seçimleri önemli bir uyarı verdi. İktidar partisi ülke genelinde % 21,75 oy alıp üçüncü parti olurken neredeyse tüm büyükşehirleri kaybetti. Sonrasında solun kendi içerisinde yaşadığı bölünmeler ve belediyelerde yaşanan olumsuzluklar nedeniyle uzun bir dönem sol partiler ve merkez sağ siyasette etkili olamadı.

1990’lı yılların sonunda yaşanan Güneydoğu Asya Mali Krizinden ciddi şekilde etkilenen ülkemizde 2002 seçimlerinde halkımız faturayı mecliste bulunan siyasal partilere kesti ve tümünü meclis dışı bırakarak AKP ve CHP’yi iktidar ve muhalefet olarak TBMM’ne taşıdı.

AKP antidemokratik ve temsilde adaletten uzak seçim sistemi ve baraj uygulaması sonrasında aldığı oyun neredeyse iki misli oranda temsil hakkı kazandı. AKP’nin 2007 yılına kadar AB ve Batı yanlısı politikaları sonucu ülkede kısa süreli bir bahar havası oluşurken siyasal iktidar kendine muhalefet edecek kurum ve kişileri çeşitli dava ve kumpaslarla siyasi arena dışına iterek ve bir kısmını da kendi bünyesine alarak pasif konuma getirdi.

2007 ve devamında başlayan Ergenekon, Balyoz, Askeri casusluk ve benzeri isimli davalarla FETO ve batı aracılığı ile tüm siyasal muhalefet odaklarının adeta silindir gibi üzerinden geçildi.

Ülkenin 26.Genel Kurmay başkanı İlker Başbuğ terör örgütü kurmaktan müebbet hapse mahkum edildi. Topluma önderlik edecek tüm siyasal figürler çeşitli davalarda tutuklandılar, uzun süreler cezaevlerinde kaldılar.

2010 yılında ana muhalefet partisi genel başkanı, 2011 yılında muhalefet partisi milletvekillerinin FETÖ ve uluslararası istihbarat örgütlerinin ahlak dışı operasyonları ile siyasi arenanın dışına itildiler.

AKP Genel Başkanı ve ekibi bir siyasal mühendislik yürüterek kendisine muhalefet edebilecek aynı gelenekten gelen Demokrat Parti Genel Başkanı Süleyman Soylu ve HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’u bünyesine katarak sermaye ve uluslararası istihbaratın kendine açtığı yolda hızla ilerlemeye devam ettiler.

Ülkede solcu ve yurtsever olarak bildiğimiz Doğu Perinçek ve benzerlerini de kimi zaman tehditkini zaman hapisle terbiye etmeye çalıştılar. Ne zaman dara düşseler ‘Kürt Kardeşleri’ ile ortak hareket etmek akıllarına geldi. Ancak bu zorunlu birliktelik de ya AKP’nin kendini toparlamasıyla ya da terörün yeniden hortlamasıyla sona erdi. Bu dönemde maalesef harda yaşanan çadır mahkemelerini gördük. Pişman değilim, barışa katkıda bulunmaya geldim diyen ve hakkında teröre bulaştığı yönünde ciddi deliller bulunan kişiler adeta siyasal önderler gibi günlerce otobüslerin üzerinde halka nutuklar attılar.

Yanlış stratejilerle kurulan ve TBMM dışında yürütülmeye çalışılan sözde barış süreci AKP’nin ihtiyacının kalmaması ya da terör örgütünün isteklerinin karşılanamaması sonucu birkaç defa yarım kaldı.

Geldik 2024 yılına. Mart ayında yapılan mahalli idareler seçimlerinde lider ve kadro değişimi ile ana muhalefet partisi CHP tek başına girdiği seçimlerde tarihinde ilk defa iktidar partisini Türk Milleti’nin verdiği oylarla mağlup etti.

CHP Beylikdüzü Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hem AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hem AKP’yi hem de MHP ve Cumhur İttifakı’nın diğer ortaklarını 5 yıl içerisinde 3 kere mağlup etti.

2024 yılının sonlarına doğru ülkede bölücü terörün hareket kabiliyeti son derece azalmışken, dönemin içişleri bakanının söylemiyle ülke içerisindeki terörist sayısı 100’ler düşmüşken ve her birinin ayakkabı numaraları bile bilinirken Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli terör örgütü kurucusuna bir çağrı yaparak TBMM’ne gelip terörün bittiğinin ve örgütün lağvedildiğinin açıklanması sonucu umut hakkı tanınması teklifini açıkladı.

Toplumun çok önemli bir kısmı gibi benim de ilk duyduğumda kulaklarına inanamadığım teklifle terör örgütü kurucusuna Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuşma olanağı verilmesinden bahsediliyordu. Seçilmiş Milletvekili Can Atalay cezaevinde yatarken Abdullah Öcalan’a TBMM’de konuşma olanağı sağlanmaya çalışılıyordu.

Bu dönemde Cumhuriyet Halk Partisine değişim ateşini yakan ve toplumun umudu haline gelen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında çeşitli iddialar ortaya atılamaya başlandı. Cumhuriyet Halk Partisi Beylikdüzü Belediye başkanı olarak siyasete başlayan Ekrem İmamoğlu 2019 yılı mahalli idareler seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Aynı zarfın içine koyulan 4 pusuladan sadece birinin geçersiz sayılması sonucu, dünya üzerinde hiçbir örneği bulunmayacak şekilde, kazandığı seçim iptal edilen Ekrem başkan aynı yılın Haziran ayında yapılan seçimde çok ciddi bir oy alarak aynı seçimi ikinci defa kazandı. Ve 2024 yılı mahalli idareler seçimlerinde de yine ciddi bir oy farkı ile seçimi kazandı ve kısa süre önce de bir sonraki seçim için CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak yapılan ön seçimde tayin edildi.

Ancak siyasal rakiplerini her türlü yolla imha etmeye çalışan siyasal iktidar tüm işlemleri Sayıştay ve müfettişlerce defalarca teftişten geçirilen Ekrem İmamoğlu ve bürokratlarına hukuk görünümlü siyasal bir operasyon düzenledi. Önce MASAK raporu var dendi, ancak böyle bir rapor olmadığı anlaşıldı. Dört günlük sorgunu ardından nöbetçi bir sulh ceza mahkemesi hakimi okuması bile günler sürecek iddiaları okudu, yüzün üzerinde şüpheliyi sorguya aldı ve bunların önemli bir kısmını tutukladı. Avukat olarak önümüze gelen bir dosyada tek bir sanığın bile ifade ve sorgu işlemi bazen iki-üç gün sürebilmekte iken birkaç savcı ve tek hakim ile tutuklama kararları verildi.

Ceza Yargılaması Kanunu’na göre tutuklama hakkındaki maddeler zorlanarak verilen tutuklama kararlarının ne kadar adil olduğu hakkında toplumun önemli bir kısmında ciddi şüpheler oluştu.

Mevcut siyasal iktidarın geçmişte isimli davalar hakkında aldığı tavır ve bu tavrı alırken FETÖ desteğiyle yapılan anayasa değişikliği ve benzeri hususlar devam eden yargılama hakkında ciddi şüphelerin ortaya çıkmasının en önemli nedenlerinden biri olmuştur.

Şu anda siyasal iktidar ve yandaş basın tarafından estirilen rüzgarın aksine evrensel hukuk kuralları kişinin hakkında yapılan yargılama sona erip kesin hükme bağlanana kadar masumiyet karinesinden yararlanmasını gerektirir.

Ekrem İmamoğlu hakkında hangi iddialardan iddianame düzenleneceği belli değilken, henüz deliller toplanmamışken tutuklama gibi ciddi bir hukuki tedbirin ne kadar orantılı olduğu tartışma götürür niteliktedir.

Hafızayı beşer nisyan ile malüldür sözünün sahibi Muallim Naci’yi burada hatırlayarak Bülent Arınç’ın İ.Melih Gökçek’e isim vererek Ankara’yı parsel parsel sattın şeklinde her türlü geri dönüşten uzak cümlesinin de bugüne kadar Cumhuriyet Savcılıkları’nca araştırılıp araştırılmadığını, Bülent Arınç’ın iddia sahibi olarak ifadeye çağırılıp çağırılmadığını da öğrenmek istiyoruz.

Bugüne kadar ki hayat bakış açımız nedeniyle suçu olan herkesin bunun hesabını vermesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak yargı makamlarınca alınan tedbir niteliğindeki kararların ve sonuçlarının çok yay tahlil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Son 15-20 günde yaşanan olaylar nedeniyle ekonomideki kayıp Mehmet Şimşek’in 2 yıldır yurtdışında kapı kapı dolaşarak bulduğu borcu eriterek misliyle milletin sırtına yükledi.

Bu konuyu bitirirken, 18 yaşındaki kızımın deyimiyle ’göbekli başkan İmamoğlu’ Türk Milleti’nin, toplumun ve özellikle bu iktidar döneminde hor görülen gençlerin, kadınların, siyasetten ve ülkeden umudunu kesenlerin umudu haline gelmiştir. Umarım siyasal iktidar yanlışından döner ve bağımsız yargının vereceği adil bir karar ile Göbekli Başkan ve yol arkadaşları özgürlüğüne kavuşur. Çünkü artık bizim bir kez daha ‘Allahım bizi affetsin, aldatıldık’ masalına inanacak ne sabrımız var, ne de sinir sistemimiz müsait. Burada Ekrem Başkan’ın şahsında bu kumpastan tutuklu bulunan tüm yol arkadaşlarını da bu söyleme dahil ettiğimi belirtmek isterim.

Bu yazıyı yine bir yargı eliyle siyasetin dizaynı meselesi ile sona erdirelim. Söylemlerinin bir kısmına katılmasam da önemli bir kısmını takdir ettiğim Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ da neredeyse iki buçuk aydır tutuklu.

Ümit Özdağ bildiğimiz kadarıyla Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiası ile tutuklu. Bu suçun en üst sınırı dört yıl hapis, artırılırsa altı yıla kadar çıkabilir. Mevcut infaz kanunlarına göre Ümit Özdağ en üst sınırdan bile ceza alsa şu anda tahliye edilebilir. Ancak tutuklanma sürecinde yetkili mahkemenin belirlenememesi, adliyeden adliyeye dolaştırılması bile bu sürecinin hukuki niteliğini tartışmalı hale getirmiştir.

Ümit Özdağ özellikle Suriye iç savaşının başlaması ve Türkiye’ye göçün başlaması sonucu ülkenin demografik yapısının değiştirilerek bir sessiz işgal uygulandığı yönündeki açıklamaları ve aldığı tavır ile hafızalara kazınmış ve vatanperver insanların gönlünde bir yer kazanmıştır. Yazıyı adet ettiğimiz üzere yine şiirle bitirelim.

PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ ŞİİRLERDEN

Bizi esir ettiler,

bizi hapse attılar :

beni duvarların içinde,

seni duvarların dışında.

Ufak iş bizimkisi.

Asıl en kötüsü :

bilerek, bilmeyerek

hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması…

İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,

namuslu, çalışkan, iyi insanlar

ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık…

NAZIM HİKMET

——————————————————-

Düşmezse düşmesin

Yakamızdan ölüm

Bizimde üstümüze

Güneş doğacak

Gülüm

Gülüşüne bir kurşun

Sıksa da ölüm

Unutma ki umuda

Kurşun işlemez

Gülüm..

Nazım Hikmet

————————————————————————

Başın öne eğilmesin

Aldırma gönül aldırma

Ağladığın duyulmasın

Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar

Gelip duvarları yalar

Seni bu sesler oyalar

Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi

Yukarıya çevir gözü

Deniz dibidir gökyüzü

Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha

Bir sitem yolla Allah’a

Görecek günler var daha

Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter

Yollar gide gide biter

Ceza yata yata biter

Aldırma gönül, aldırma

SABAHATTİN ALİ

Etiketler :
Kategori :
GenelaGündemaSiyaset

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir