Nereden tutsak elimizde kalıyor

Yazar :

Böyle başlamak istemezdim ama gerçeklerin altını çizmez ve görmezden gelirsek hayatımız boyunca hiçbir doğruya ulaşamayız. Ülkemizi kamplara ayırarak din, mezhep, takım tutar gibi körü körüne siyaset yapar hale getirdiğimiz için bilimin kabul ettiği gerçeklerden ve yöntemlerden ayrılarak, benim dediğim doğrudur, benim dışımda her şey yalandır, dolandır dersek hangi konuyu çözebiliriz.

Geçmiş yazılarımda belirttiğim ve şu anda da bütün bilim kurullarının kabul ettiği ve aynı yolu göstermesi hatta daha da radikal çözümlerin gerekliliği ortaya çıkmasından en çok memnun olan vatandaşlardan biriyim. Akıl ve bilimden uzaklaşır ve bu konuları siyasete alet edersek büyük bir vebal altına gireceğiz. Görüldü ki depremden korunmanın birinci şartı zeminden geçiyor. Önceki yazılarımda yazdıklarıma dönersek ne demiştim tarım alanlarına dokunmayalım ovaları konuta açmayalım konutları sağlam zemine inşa edelim. Aslında bunu söylememin iki sebebi vardı hem tarımın gerekliliği ikincisi ise sakat zeminlerde yapılmak zorunda kaldığımızda da zemin iyileştirmesi yapmanın zorunluluğu ki oldukça pahalı yöntemlerdir.

Bir önemli konu da planlamaların yüz yıllık yapılması; Depremde gördük ki hem yanlış zemin seçimi hem bu kötü zeminlerde yapılmış yüksek katlı binalar ve de bir sürü malzeme ve işçilik hataları…

Bunun yanında bir de ne oldu bu bölgelerde yapılmış binalar için yapılan çok pahalı alt yapı masrafları. Sonuçta elli bine yakın insanımızı ve çok önemli bir milli servetimizi kaybettik ve çok yüklü miktarda sakat insanımız var. Bunun yanında da acımızı katlayan çöken aile birliği ve yapısı öksüz ve yetim bir sürü çocuğumuz ve tüm bunların psikolojik sorunları…

Peki bunun yanında suçlu kim bunları da aramaya çıktık… Hiç dönüp aynaya kendimize baktık mı bu günahlarda kimin ne kadar payı var? Kimse suçu kendinde aramıyor. Bilim bas bas bağırırken herkeste müthiş bir rahatlık, meşhur sözdeki gibi bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Ama dokundu!

Şimdi o bütün çığlıklar kulaklarımızı çınlatıyor ve çınlatmaya devam edecek ama ne giden canlar ne de maddi manevi kayıplar geri gelmeyecek. Türkiye’de hiç kimsenin ben depremden asude bir yaşam süreceğim deme gibi bir lüksü yok. Bugün size vurmamış olması yarın size vurmayacağının garantisine sahip değilsiniz. Artık ulusal bir beka meselesi olan bu konuyu bilim adamlarına bırakmak ve tüm siyasi otoritelerinde onların fikirlerine saygı göstermesi zorunluluğu var.

Bir konu da şu ki bu meselelerin altından çıkmak içinde ekonomiyi de bilim adamlarının gösterdiği ve genel dünyanın kabul ettiği nizamlarla yönetmek şart.

Önümüz de yakın dönemde seçimler var iktidara kim gelirse gelsin bu meseleleri çözmek için bir sürü acı reçetelerle önümüze gelecekler. Çünkü biz kulağımızı tıkadığımız ve lale devri örneği bir yaşam sürdüğümüz için önümüze konacak acı reçetelerde yazılan ilaçları yutmak zorunda kalacağız.

Ben burada parti farkı gözetmeksizin ve idarecileri de kendimizin seçtiğinden dolayı en büyük suçlunun bir zati kendimiz olduğu fikrindeyim. Bana şimdi bir çoğunuz bunları biz seçmedik ki diyeceksiniz. Bu sesleri de duyuyor gibiyim ama 100 yıldır ne demokratik bir anayasa ve siyasi partiler yasası, siyasi ahlak yasasını ve dar bölgeli seçmenin seçtiği millet vekillerini seçilemediği bir ülkede neyi tartışacağız ki. ‘’Ayna önümüzde. Aynaya bakalım‘’ dedim ve sözlerime son verdim.

Bir dahaki hafta artık bu konularda yazmayacağım…  Çok daha renkli ve göz alıcı konularda buluşmak üzere tüm okurlarıma saygı ve sevgilerimi sunar, ülkemin çok güzel günler görmesini niyaz ederim.

Etiketler :
Kategori :
GenelaGündem

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir