Neden olmasın ki?

Yazar :

ELVAN KARANFİL YAZDI

Çok ateşli bir seçim sürecinden geçiyoruz. Ülkemizin yeni Cumhurbaşkanını belirlemeye sayılı günler kala hepimiz heyecanlı, umut dolu ve tabi ki tedirgin bir süreç yaşıyoruz. TV kanalları, sosyal medya platformlarına kitlendik. Her gün yeni bir bilgiyle karşılaşırken (–ki astroloji kaynakları bu dönemde gizli saklı kalan bilgilerin açığa çıkacağı yönünde bilgiler veriyor) bir tek uzaylıların saldırısına uğramayan bu güzel memleketin garip insanları olarak hiçbir şeye şok olmuyoruz.

Çünkü neden şaşıralım ki? Şaşırma reaksiyonumuz elimizden alındı. Şöyle ağız tadıyla bir “vay anasını olaya bak” cümlesini kurup, gıybet etme keyfimiz bile yok oldu. Hemen her şeye uyum sağlıyoruz. Haa nolmuş, olabilir gerçekten deyip, bir sonraki olaya geçiyoruz ki bu beni artık derinden yaralıyor. Çünkü aslında bizim de diğer gelişmiş ülke vatandaşları gibi siyaseti bu kadar fazla takip edip, her detayı en ince ayrıntılarına kadar bilmememiz gerektiğini düşünüyorum.

Ama bilmek zorundayız. Çünkü hepimiz kendimizi sıkışmış hissediyoruz. Konfor alanımız gün be gün daralıyor. Maddi açıdan ancak hayatta kalabilecek kadar kazanıyoruz. Nefes alsın yeter dedikleri goygoy tabiri gibi bir yaşam standartımız var çoğumuzun. Çok şükür tabi ki ama neden hak ettiğimiz koşullara sahip olmayalım?

Sokak röportajlarında “et yeme, ben yemiyorum. Ekmek neyine yetmiyor” diyen zihniyetin dönüşmesi gerekiyor. Bir insanın kendine bunu reva görmesini onun cahilliği, kendi kıymetini bilmemesi, adaletten haberinin olmaması, sorgulama yeteneğinin gelişmemesine bağlıyorum tabi. Toplumun belli bir kesiminde manipülasyonlar ile sağlanmış bir öğrenilmiş çaresizlik var.

Biz hala Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki temel gereksinimlerimizi karşılama basamağındayız, yani en alt sıradayız. Nerdeeee en üst basamağındaki kendini gerçekleştirme zirvesine ulaşalım. Kendimizi gerçekleştirebilmemiz için bu piramidin alt basamaklarındaki ihtiyaçlarımızın karşılanmış olması gerekir. İşte bu yüzden ahlaksızlık, yozlaşma, önyargı, tahammülsüzlük bu kadar yoğun bu ülkede.

Coğrafya kaderdir cümlesine kısmi olarak katılan biriyim. Çünkü kendini gerçekleştirmiş bir toplum olsaydık coğrafyamızdaki fay hareketliliğine karşı sağlıklı çözümler geliştirir, ahlaksızca yapılan binaların altında ölmemiş olurduk. Evet, coğrafya kaderdir çünkü biz Asya ile Avrupa’yı birleştiren ve bu yüzden tüm dünya devletlerinin gözü olan topraklara sahibiz. Akdeniz’e, Karadeniz’e, Ege’ye kıyısı olan, bir tarafta da Arap ülkelerine komşu olan özel sınırlara sahibiz. Coğrafya kadredir çünkü Anadolu toprakları bolluk bereket içinde. İhracat lideri bir ülke olma potansiyeline sahipken üretim ekonomisinden oldukça uzak bir memleketiz.

Diyeceğim o ki, her ülke kendi kehanetini kendisi gerçekleştirir. Kaderdi, kısmetti, oydu buydu bir yere kadar. Bizler insanca yaşamayı hak ediyoruz. Ama öncelikle bakış açımızı dönüştürüp kıymetimizi anlayalım. Sonrası o kadar kolay ki, çünkü gerçekten coğrafyamız bizim en değerli kaderimiz. Çok şanslıyız. Yazıyı daha fazla uzatıp tekrara düşmeden sonlandırıyorum. Çünkü eminim ki ne anlatmaya çalıştığımı anladınız.

Ben maddi ve manevi bolluk bereket içinde tüm dünya ülkelerini kolaylıkla keşfedebileceğim bir yaşam hayal ediyorum. Ben, sokak hayvanlarının haklarına sahip çıkacak bir yasa hayal ediyorum. Ben çocukların istismara uğramayacağı, kadınların korkmadan sokaklarında yürüyebileceği bir ülke hayal ediyorum. Ben gençlerin ezbere bir sistemde köhneleşmiş bir eğitimden kurtulmasını ve yaratım potansiyellerine kavuşabileceği bir sistem hayal ediyorum. Ben sevgi ve saygı dilinin hakim olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti hayal ediyorum.

Peki, sen nasıl bir hayat yaşamayı hayal ediyorsun?

Etiketler :
Kategori :
GenelaGündemaSiyaset

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir