Yusuf Baratalı yazdı:
Bu yazıya da çok klişe bir cümle ile başlayalım: ’Tarihi günlerden geçiyoruz.’
Osmanlı devleti batıda başlayan rönesans ve reform hareketlerini yeterince değerlendiremediği için bu hareketlerin meyvesi olarak ortaya çıkan Fransız devrimini de layıkıyla tahlil edemedi.
Rönesans ve reform hareketleri sonucu matbaanın bulunması, doğuya doğru ipek ve baharat yollarının açılması, Amerika’nın keşfi ve Avrupa ülkelerinin sömürgecilik hareketleri neticesinde Batı hızla zenginleşti. Ancak bu zenginleşmenin temellerinde sömürülen Afrika ve Asya ülkelerinde fakirlik ve yokluk içinde hayatını idame ettirmek zorunda kalan hakların ahları ve feryatları olduğunu da unutmamak gerekir.
Fransız devrimi sonucu yayılan özgürlük ve eşitlik fikrinin etkisiyle laiklik ve demokratik düşüncenin yayılması, insan hakları kavramının gündelik hayata girmesi ve burjuva sınıfının oluşması sonucu zenginleşen batı yarıda anlattığımız gibi gözünü doğunun zengin ve bakir topraklarına dikti. Birinci dünya savaşı bir ekonomik paylaşım savaşı idi. Bu savaşta İngiliz ve Fransız devletleri ve birleşikleri Almanya ve İtalya ile bu ittifaka Enver Paşa ve İttihat Terakki yönetiminin zorlaması ile giren Osmanlı Devleti ile savaştı. Birinci Dünya Savaşı öncesi üç kıtaya hükmediyormuş gibi görünen Osmanlı Devleti savaş sonrası imzalanan Sevr Antlaşması ile İç Anadolu’ya hapsedildi.
Bu cendereden Anadolu’ya altın bir güneş gibi doğan 20. yüzyılın dahisi Gazi Mustafa Kemal, silah arkadaşları ve onlara inanan aziz Türk Milleti sayesinde kurtularak medeni dünyada onurlu yerimizi aldık.
Son 10 yılda yakın coğrafyamızda yaşanan olayları irdelemeden günümüzü anlamanın bir yolu yoktur. Birinci Dünya Savaşı sanayileşen Avrupa’nın hammadde ve işgücü için savaştığı bir savaş oldu.
1.Dünya Savaşı devam ederken 1916 yılında Birleşik Krallık ve Fransa arasında Sykes-Picot anlaşması imzalandı, Rusya ve İtalya tarafından onaylanan anlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması durumunda karşılıklı olarak kabul edilen etki ve kontrol alanlarını tanımlandı. Bugünkü İsrail, Ürdün, Irak, Filistin gibi ülkelerin temelleri atılırken İstanbul ve Çanakkale boğazlarının Rusya’ya verilmesi ile Anadolu’nun güneydoğusunda bağımsız bir Ermenistan ve Kürdistan kurulması tasarlanıyordu.
Gazi Mustafa Kemal ve TBMM orduları öncülüğünde gerçekleştirilen Ulusal Kurtuluş Savaşı sonucunda batı emperyalizminin planı uygulanamadı. Ancak emperyal batı bu plandan asla vaz geçmedi.
Çok partili siyasal yaşama geçildikten sonra batı ile ve özellikle ABD ile başlayan yakınlaşma sonucu Türkiye önce demiryolu yapımından vazgeçti. Sonrasında ağır sanayi hamleleri yerine gündelik tüketime ve montaj sanayine yönelik yatırımlar başladı. 1960’lı yılların ve 1961 Anayasası’nın getirdiği özgür düşünce ortamı ve sendikalaşma hareketleri batıda bazı siyasal merkezlerde hoş karşılanmadı ve darbeli yıllara geldik. Bu darbe ikliminin devam ettiği süreçte Kıbrıs Türk Halkı’nın yaşadığı mezalime sessiz kalamayan anavatan tarafından Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştirildi.
Bu harekatta Kıbrıs Türk Halkını korumak için adaya çıkartma harekatı düzenleyen Türkiye Cumhuriyeti uçaklarını uçuracak benzini batılı dostlarından alamayınca Libya lideri Muammer Kaddafi aracılığıyla sağlayabildi.
1970’li yıllarda başlayan bölücü terör ile mücadelede resmi ve sivil binlerce can şehit verdik. Terör örgütü tarafından kandırılmış binlerce kişi de hayatını kaybetti. 55 yıllık süreçte yaşanan terör sürecinde çok ciddi maddi ve manevi kayıplarımız oldu. Ancak 2024 yılı ekim ayında bir anda Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli her zaman ki gibi gündem değiştiren bir açıklama yaptı.
2002 yılı genel seçimlerine de Devlet beyin bir çıkışıyla gitmiştik.
Sayın Bahçeli yaptığı konuşmada terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’a bir çağrı yaparak örgüte silah bırakma çağrısı yapmasını ve hatta bu çağrısını TBMM’de DEM Parti Grup toplantısında yapmasını istedi. Türkiye kısa süreli bir şok yaşadı.
İşte emperyalizm denen aygıtın gücü odur ki ülkenin en milliyetçi olduğunu iddia eden siyasal karakterine bir terör örgütü liderinden kurucu önder diye söz etmesine ve ona umut hakkından yararlanacağı umudunu vermesine neden olur.
MHP lideri son zamanlarda bu tarz açıklamaları sık sık yapmaya başladı. Esenyurt Belediye Başkanı PKK terör örgütünün üst düzeyde bir mensubu ile yıllar önce telefonda konuştuğu iddiası ile tutuklu yargılanırken Devlet Bahçeli’nin PKK liderinden örgütün kurucu önderi şeklinde bahsetmesi ve iktidar ortakları tarafından hüsnü kabul görmesi başta şehit ve gazi yakınları olmak üzere tüm Türk Milletinin vicdanını kanatmaktadır. İktidarın iliştirilmiş gazetecilerinden ve eski Milletvekili Mehmet Metiner’in teröriste terörist denmesinden rahatsız olması tarihe ve vicdanlara paslı bir çivi gibi çakıldı.
Ülkede terör ortamının olması, gencecik askerlerin şehit olması, iş bulamadığı için uzman onbaşı ve benzeri işlere giren üniversite mezunu yetişmiş insanların hayatını kaybetmesi, örgüt tarafından kandırılan insanların hayatını kaybetmesi hiç kimseyi mutlu etmez.
Ancak bu sürecin 2013-2014 Arap Baharı sürecinin devam eden bir parçası olması, Suriye’nin başına düne kadar en çok arananlar listesinde bulunan Colani’nin sakalını kesip İtalyan takım elbise ve ayakkabı giydirilip Ahmet El Şara adıyla Suriye’nin başına geçirilmesini tesadüf olarak değerlendirmek olanaksız bir durumdur. Türkiye’de iç huzurun gelmesi ve çatışma ortamından çıkılmasından hiç kimse rahatsız olamaz.
Ancak önemli olan bu süreçlerin bölgenin kendi iç dinamikleri sonucu ortaya çıkmasıdır.
Aynı döneme rastlayan süreçte Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ tutuklandı, ’adil’ bir yargılama sonucu hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılarak bir sonraki seçimlere katılmasına engel olunmaya çalışıldı.
Yukarıda değindiğimiz açılım sürecinin güvercin isimlerinden Selahattin Demirtaş neredeyse 10 yıldır cezaevinde ve unutturulmaya çalışılıyor.
Mevcut siyasal iktidarı 3 kez sandıkta mağlup eden ve CHP’nin yaklaşık 15 milyon seçmenle cumhurbaşkanı adayı seçilen Ekrem İmamoğlu cezaevinde. Kendine bir önceki yazıda değindiğim düşman ceza hukuku uygulanıyor.
Lisans ve yüksek lisans diploması iptal ediliyor, belki de normal şartlar altında tutuksuz yargılanabileceği bir davada 4 aydan uzunca bir süredir tutuklu olarak yargılanıyor. Ve yaşanan sürece bakıldığında İzmir Büyükşehir Belediyesi önceki Başkanı Tunç Soyer ve çalışma arkadaşları ile ilgili dava açılmışken seçimi kazanacak aday olarak görülen Ekrem İmamoğlu’nun henüz iddianamesi hazırlanmadı. Ekrem başkan halen ne ile suçlandığını bilmeden cezaevinde bulunuyor. Türk ceza hukukunun en önemli sıkıntılarından biri olan uzun tutukluluk sürecinden mağdur olan başkan belki de alacağı muhtemel cezanın infaz süresinden fazlasını cezaevinde çekmiş durumda.
Peki bize düşen ne? Bence öncelikle içinde bulunduğumuz durumun net bir fotoğrafını çekmeden, içinde bulunduğumuz durumu idrak etmeden bir çözüm üretebilmemiz olanaklı değil.
Dünyanın savaş bataklığı orta doğuya komşu bir bölgede 100 yıldır her türlü saldırıya rağmen savaşmadan ve Gazi Mustafa Kemal’in Yurtta Barış Dünyada Barış ilkesine sadık kalarak onurlu bir yaşam sürmeye çalışıyoruz.
Yıllar süren İran-Irak savaşı, komşu ülkelerdeki diktatörlükler, batı emperyalizminin her türlü açık ve gizli müdahalesine rağmen Cumhuriyetimizin kuruluş felsefelerine mümkünce bağlı kalarak bu noktalara geldik.
Artık şuna karar vermemiz gerekiyor. Mevcut durumumuzdan memnun olarak Allah reisten razı olsun diyerek 22.500 TL asgari ücrete, 16.665 TL emekli maaşına razı olarak yaşamaya mı razı olacağız, gençlerimizin geleceklerini batıda ya da Arap ülkelerinde aramalarına mı razı olacağız, insanların adalet üretemeyen bir sistemde yapılan yargılamalarda kendilerini aklayabilmek için çabalamalarına mı razı olacağız?
Yoksa çalıştığımızın karşılığını aldığımız, elde ettiğimiz gelirden tatmin olduğumuz, demokratik ve hukukun üstünlüğüne dayanan barış içinde bir toplum ve devlet mi oluşturacağız?
Meydanlarda anayasal haklarını kullanan gençlerin anayasaya aykırı olarak tutuklanmalarına mı razı olacağız yoksa fikri hür vicdanı hür nesiller yetiştirmek için mi çaba sarf edeceğiz?
Ben 1970’lerin sonundan itibaren bir çocuk olarak gözlemlemeye başladığım hayatımın 54. yaşında artık daha uygar, tebaa değil yurttaş olduğumu bilen bir idare tarafından yönetilmek istiyorum. Ben artık devletten çekinen ya da korkan insanlar yerine devlete karşı görevini yerine getiren ve devletten de kendisine karşı olan görevlerini yerine getirmesini talep eden bilinçli vatandaşların egemen olduğu bir toplum düzeninde yaşamak istiyorum.
Benim verdiğim yetki ile benim vekilim olarak bana hizmet eden kişilere gerektiğinde hesap sorabilmeyi ve gerektiğinde teşekkür edebilmeyi istiyorum. İnsan hayatı için 70 yıl çok uzun süre olarak görülse de dünyanın bilinen yaşının 8 milyarın üzerinde olduğu düşünüldüğünde bizim hayat süremiz kozmosun genel düzeninde belki de bir saniyeye karşılık geliyor. Bu nedenle sınırlı hayat süremizi olabildiğince dolu dolu ve keyifli geçirmemiz gerekiyor.
Çalışan, istihdam sağlayan, vergi ödeyen, askere giden ve devletin verdiği bütün ödevleri ifa eden bir yurttaş olarak devletin de bana karşı olan görevlerin yerine getirilmesini istemek en doğal hakkım olduğunu düşünüyorum.
Gençliğimiz var, inancımız var, hayalimiz var. Güzel günleri yaratarak hep beraber yaşayacağız.
Bu yazımızı da bir şiirle bitirelim.
Güzel günler göreceğiz çocuklar
Güneşli günler göreceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere süreceğiz…
Açtık mıydı hele bir son vitesi,
adedi devir, motorun sesi.
Uuuuuuuy! Çocuklar kim bilir
ne harikûlâdedir
160 kilometre giderken öpüşmesi.
Hani şimdi bize,
Cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır.
Yalnız cumaları, yalnız pazarları…
Hani şimdi biz,
Bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
Işıklı caddelerde mağazaları.
Hani bunlar,
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
Cevap:
Açılır kara kaplı kitap; Zindan.
Kayış kapar kolumuzu
Kırılan kemik, kan.
Hani şimdi bizim soframıza
Haftada bir et gelir
Ve çocuklarımız işten eve
Sapsarı iskelet gelir.
Hani şimdi biz;
İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar
Güneşli günler göreceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere süreceğiz…
Nazım HİKMET