Her gün bir yerden göçmek ne iyi Her gün bir yere konmak ne güzel Bulanmadan donmadan akmak ne hoş Dünle beraber gitti cancağızım Ne kadar söz varsa düne ait Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
– Mevlana Celaleddin Rumi –
Yaklaşık 45 Yıl inanılmaz bir cesaretle Urfadan daha iyi bir gelecek hayali ile 5 Çocuğu ile hiç bilmediği bir kente İzmire Göç kararı alan ve tamda güzel günleri görmeye başladığımız zamanlarda peş peşe aramızdan ayrılan anne ve babamı düşünürken gazetemiz için bir göç yazısı fikri geldi aklıma.
Karabağlar’a bir gecekonduyla başlayan İzmir yolculuğumuz bugün Alsancak’ta, Güzelyalı’da, Urla’da, Karşıyaka’da devam ediyor. Ancak ne Karabağlar’daki hayatımız bizi küçültür, ne de Alsancak’taki Karşıyakadaki yaşantımız bizi yüceltir. Okuma yazmayı 30 yaşında kurslarda öğrenen bir annenin çocukları olarak bu kentte okuduk meslek sahibi olduk.Evlendik çoğaldık ve bu güzeller güzeli kente elimizden gelen katkıyı koyduk koymaya devam ediyoruz.
Çünkü Biliyoruzki İzmir’i sevmek, burada ne kadar süredir yaşadığımızla değil, bu şehir için neler yaptığımızla ölçülür.
Göç, sadece coğrafi bir hareket değil, aslında bir hikâye. İnsanların doğduğu toprakları geride bırakıp başka yerlere gitmesi, hem bireysel hem de toplumsal bir değişimi beraberinde getiriyor. Hepimiz bir şekilde bu hikâyenin bir parçasıyız. Bugün Türkiye’ye baktığımda, iç göçün ülkemizin dinamiklerini nasıl değiştirdiğini görmek şaşırtıcı değil. İnsanlar neden göç eder? Daha iyi bir yaşam, eğitim ya da iş fırsatları için… Ancak göç sadece bireyin hayatını değil, göç edilen yerin dokusunu da değiştiriyor. İzmir, mesela neredeyse kuruluşundan bu yana göç hikâyeleriyle yoğrulmuş bir şehir. Dünyanın her yanından ,Ege’nin kırsalından gelenler, Doğu ve Güneydoğu’dan taşınan aileler… Her biri İzmir’in mahallelerine ,sokaklarına, kültürüne,mutfağına,müziğine kendi renklerini kattı.
Peki ya son dönemlerdeki göçler ve sorunlar? Elbette, bu kadar büyük bir hareketin sorunsuz olması beklenemez. İzmir gibi şehirlerde altyapı yetersizliği, iş bulma sıkıntıları ve sosyal uyum meseleleri sık sık gündeme geliyor. Gecekonduların yükseldiği mahalleler, kalabalıklaşan okullar ve dolup taşan hastaneler… Ama tüm bu sorunlara rağmen, İzmir’in dinamizmi göçle şekillendi. Planlı bir kentleşme ve toplumsal projelerle bu zorlukların üstesinden gelmek mümkün.
Bir de uluslararası göç meselesi var. Suriyeli göçmenlerin Türkiye’ye gelişiyle bambaşka bir boyut kazandı göç. Düşünsenize, bir sabah uyanıyorsunuz ve evinizi, şehrinizi, hatta ülkenizi geride bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Korkunç bir şey… Türkiye milyonlarca Suriyeliyi bağrına bastı. Kimi iş kurdu, kimi yeni bir yaşam kurmaya çalıştı. Kimi botlarda dalgalar arasında yaşama yada başka yerlere göç savaşı verdi.Ama şimdi, savaşın izlerinin biraz da olsa silindiği bir döneme girilirken, tersine göçten de bahsediliyor. Geri dönenlerin ülkelerine uyum sağlaması, orada yeni bir hayat kurması kolay değil. Ancak, bu süreçte Türkiye’nin kazandırdığı becerilerin onların ülkelerine katkı sağlaması büyük bir fırsat.
Düşünüyorum da, göç sadece bir taşınma meselesi değil. Bu, umutların, hayallerin ve bazen de çaresizliğin hikâyesi. Türkiye’nin iç göçle değişen yapısı da, Suriyeli göçmenlerin hikâyesi de aynı büyük resmin parçaları. Bizim ailemizin İzmir’de verdiği mücadele de, bir Suriyeli ailenin geri dönüş yolculuğu da bu resmin içindeki renklerden sadece ikisi. Hepimiz bu hikâyede bir yere sahibiz. Belki göç edeniz, belki göç alan… Ama önemli olan, bu hikâyeyi anlamak ve yönetmek.
Bugünlerde bir şehrin sokaklarında yürürken, o sokakların bir zamanlar nasıl değiştiğini, kimler tarafından şekillendiğini düşünmek güzel bir egzersiz. İzmir gibi göçlerle yoğrulmuş bir şehirde, bu daha da anlamlı. Göç, insanı insan yapan bir hareket. Bunu unutmayalım. Ve bu hikâyeyi, hep birlikte daha güzel yazalım.