Değerli Urlalı okuyucular, artık pek çoğunuzun Glüten sözcüğünü işittiğinizi tahmin ediyorum. En azından yazılarımı güzel Urla Haber Gazetesi linkinden takip edip ‘bizim hayatımızdaki Glüten’ ile ilgili fikir sahibi olabileceğinizi biliyorum.
Biz çok zorlukla karşılaştık bu süreci yaşarken, çünkü glütensiz diyet yapmak zorunda kaldığımızda ve diyete başladığımızda evladımız henüz çok küçüktü, otizmli olduğu için de söylenenleri anlayabilmekten uzaktı ve ülkemizde de çevremizde de neredeyse bizim gibi Glüteni hiç kimse bilmiyordu. Bizlerse çocukken sadece besin alerjisi diye bir kavram bilirdik, örneğin turfanda çıktığı zaman fazla miktarda çilek yenmezdi ya da incir yedikten sonra üstüne su içilmezdi, çiğ sebze yenmezdi ki karnımız ağrımasın ya da boğazımız kızarmasın diye dondurma yedikten sonra ılık su içilirdi, fazla çikolata vermezlerdi, yemekten önce abur cubur yiyemezdik. Bizim sadece ağaçlardan kopardığımız erikleri, kirazları, meyveleri aceleyle ve iştahla yıkamadan yediğimizde midemiz bozulurdu. Tek bildiğimiz bunlardı. Alerji nedir diye bilinmezken Glüten hassasiyetine etrafımdaki kimselerde hiç rastlanmadığı için güzel ülkemde her çeşit malzeme olduğu halde bilinmediği, satılmayacağı ve karlılığı olmadığı için glütensiz ürünler o zaman üretilmiyordu. Çölyak rahatsızlığı olan nadir kişiler de bizim gibi çıkmaz sokaklarda ne yapacağını bilemeden sıkıntılarını hafifletmeye çalışıyorlardı. Bugün sizinle ailemizde bize her konuda destek olup abidesi dikilecek bir abla olan kızımız Gülser’in yaşadığı ilginç bir anımızı paylaşmak istiyorum.
Abla-kardeş ilişkisinde filmlere konu olacak derecede olgun, sevecen ve sabırlı davranan ve her yönü ile ayakta alkışlanacak bir insan olan kızımız Gülser Vardarcı Kacar. Liseyi Frankofon olarak bitirip de Fransa Nice’de Sofia Antipolis Üniversitesi’nde okuma hakkı kazandığı halde, kardeşinin problemini iyice öğrenip, ona yardım edebilmek için ve onun geleceğine yön verebilmek adına ülkemizde Ege Üniversitesi’nde Psikoloji tahsilini tercih etmişti. Aynı yıllarda ise bir akrabamız tesadüfen yurt dışında onun gitmediği üniversitede okumaya başlamıştı. Biz de eşimle kızımızın kardeşine yardım edebilmek için nelerden vazgeçtiğini idrak edip ileride pişmanlık duymaması için oraya gidip bir görmesinin uygun olacağını düşündük ve kızımız adına bir seyahat planladık. Nice’de glütensiz yiyeceklerin satıldığını öğrenmiştik ve kızımıza seyahatten dönerken paketli ürünlerden almasını rica etmiştik. Paketli glütensiz ürün burada satılmıyordu çünkü. Aslında hangi markete girerseniz girin tavanlara kadar bilinen normal unla imal edilmiş bisküvi satılan ve bisküvi fabrikaları olan bir şehirde yaşıyorduk, ama maalesef ki sadece pilav tenceresiyle gezmek zorunda kalıyorduk çünkü oğlumuz ansızın acıktığında satın alabileceğimiz paketli bir glütensiz bisküvi, glütensiz bir kraker yoktu. İnsan doğası gereği değişiklik ister, hele evden çıktıktan sonra ansızın acıkıp içi kıyıldığında her köşedeki gevrekçi imdada yetişir. Sosyalleşebilmek, çeşitlilik adına da dışarıda atıştırılır. Herkesin evinde cezve ve çaydanlık olduğu halde dışarıda cafelerde buluşulup kahve çay içilir. Hikayemin devamında ise kızımız kuzeni ile Nice’de Glütensiz markete gidip sayısız glütensiz bisküvi, kraker, puding, cupcake gibi malzemeleri alıp da kasada ödeme sırasına girdiğinde, markette bulunanlar hayretler içinde kalmışlar ve birbirlerini uyarıp bizimkilere bakmalarını söylemişler, belirli belirsiz gülmüşler, pek acayip gelmiş o kadar fazla ürün almaları. Çünkü oranın sakinleri ihtiyaçları kadar günlük tüketebilecekleri birer, ikişer glütensiz ürün satın alıyorlarmış. Ama kızım ve kuzeni ellerinde bir çek çek valizi dolduracak kadar yiyecek almışlar. Herkes şaşkınlıkla bakakalmış.
Esas komik olan ertesi gün havaalanında yaşananlar. Tam 28 kilo bagaj farkı çıkmış ve görevliler merakla sormuşlar ’bu kadar ürünü neden aldınız?’ diye. Allah’tan lisan bilmek işe yaramış ve kızım durumu açıklamış ve neredeyse tüm harçlıklarını da bagaj farkına vermiş. Hikayenin en güzel kısmı ise o ürünlerin evimize ulaşmasında valizin içindekileri tüm salona boşaltan Cem’in sevinç çığlıkları atması ve süper kahraman ablasını öpücüklere boğması oldu. Böylece artık o da okulda farklılık hissetmeden, tıpkı arkadaşları gibi sanki okul kantininden almış gibi bisküvisini yanında çantasında taşıyıp, açıp yiyebilecekti ve hatta herkese ikram da edebilecekti…
Not: Yazdıklarım aile günlüğümüzden olup tavsiye niteliğinde değildir.



Köfteli çorba
Bugün sizlere bizim aile yemeğimiz olan, nesilden nesile geçen, kızım Gülser’in adaşı babaanne Gülser’den öğrendiği, Glütensiz un ile de yapılabilen lezzetli olup, piştiği zaman şölen yaptığımız basit, enfes ve besleyici ‘Köfteli Çorba’ tarifini yazacağım.
Yarım kilo kıyma, 1 yumurta, 1/2 bardak ayıklanmış pirinç ve az tuz ile güzelce yoğurulur. Ufak ufak toplar haline getirilir. Kıyma elimize yapışmasın diye yanındaki kasedeki su ile gerekirse eller ıslatılabilir. Top halindeki köfteler biraz glütensiz un ile yuvarlanılarak, tencere içinde birkaç diş sarımsak ve 1 soğan koyduğumuz önceden kaynatılan su dolu tencereye konur. Köftelerin pişmesi tamamlanmadan önce tenceredeki bir miktar sıcak sudan başka bir kaseye az miktar alınarak içine yoğurt eklenir. Topak topak olmaması için karıştırılır ve yavaşça çorbaya ilave edilir. Biraz daha kaynatılarak ocağın altı kapatılır, istenirse üzerine kırmızı biber eklenerek servis yapılır.