Dünyayı ve ülkemizi derinden yaralayan depremin ardından, yaralar her alanda artarak devam etmekte. Çok acı var çok. Nereye baksan acı hikaye. Tümden yok olan aileler, eşini, çocuğunu kaybedenler, hele de anne babasız kalan yavrular. Onları görmeye hiç dayanamıyor insan.
Duyarlı insanların her türlü yardımları elbette çok değerli, iyi ki varlar. Yaraları sarmaya gayret ediyorlar. Zor hayatlara değnek oluyorlar güçleri yettiği kadar. Ama insan sormadan edemiyor, niye bu aksaklıklar hep bizde yaşanıyor, niye? Organizasyon eksikliğinden tutun da ekipman eksikliğine vs. bir çok şey yetersiz, neden? Bunlara TV’ler zaten yeteri kadar değiniyor, bu iletişimsizlik, eksiklik, duyarsızlık ve geç kalınmışlıklara.
Yaşanan onca becerisizlik, aksaklık, insiyatifsizlik, kökünde cahilliği barındırıyor. Hepimizin bildiği gibi ülkemizin en büyük sorunu eğitim yetersizliği. Ama ilk akla gelen de eğitimi mahvetmek mi olmalı? Yaşadıklarımızda ders almıyoruz.
Üniversiteleri uzaktan eğitime geçirme kararı alınıyor. Bence en kısa zamanda bu yanlıştan dönülmeli, eğitim feda edilmemeli. Yurtları boşaltmak yerine, daha akılcı çözümleri denemek varken, K.Y.K’nın yurtları boşaltılıp, uzaktan eğitime geçilmesinin mantıklı açıklaması olabilir mi?
Kaliteli eğitim, ülkemizin geleceği için şart. Çocuklarımızın yaşanan travmalardan kurtulması için, okullarına dönüp sosyal ve kültürel yaşamlarını sürdürmeleri gerekir.
Mucizelere inanırım, belki bir mucize daha olur ve tüm yanlışlardan dönülür.
Doğanın Tacı
Artık biraz da güzel şeyler duyalım, görelim istiyoruz ama ne yazık ki hep ağlatan, içimizi acıtan haberlerden başka bir şey yok, güzel ülkemizde. Bir yanımız acı içinde, bir yandan da yaşamımızı devam ettirmek durumundayız. Havanın biraz ısınması ile birlikte, dışarıda bir hareketlilik başlıyor.
İnsanlar, üst üste yaşanan olumsuz durumlardan, az da olsa kurtulabilmek, bozulan psikolojilerini düzeltebilmek için, kırlara, deniz kenarlarına doğru atıyorlar kendilerini. Sıcak hava ile birlikte, çiçek açan meyve ağaçları, doğayı taçlandırıyor. Mis gibi sümbüllerin kokusu içimize doluyor, tüm acıları silmek istercesine…
Çocukluğumuzda yaz aylarını geçirdiğimiz, dedemizin üzüm bağlarının olduğu Top Tepe’sinin hemen altı, Kamanlı bölgesinde, ben de anılara dalıp, şöyle birkaç gezinti yaptım geçen gün. Renk renk çiçek açan ağaçlar, dinlemeye doyamadığım güzel kuş, ne iyi geldiler bana. Alt yolda çocukluğumuzda, koyunların, ineklerin, atların, eşeklerin, kuşların, kısaca her türlü canlının su içtiği güzelim çeşmenin onarıldığını görmek de ayrıca mutluluk verdi. Son zamanlarda, o eski yıllardaki halinden eser kalmamıştı. Yıkık dökük hali hepimizi üzüyordu. Kaybolan (ya da çalınan) parçalar hariç eskisine uygun onarılıp, canlandırılması ne kadar güzel olacak. Bilinçli bilinçsiz harap edilen tarihi yapılar, umarım bakım onarımları yapılıp eski hallerine döndürülürler.
Urla-İskele, ağaçlı yol üzerinde bulunan Aşıklar Çeşmesi’nin hali de içler acısı. Onun da en kısa zamanda onarıldığını görmek, sanırım tüm Urlalıları çok mutlu edecektir. “Hayvan ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır” derlermiş. O kalan eserler hep yaşasın. Onları görmek bize iyi geliyor.
Hep bize iyi gelen şeyler yaşayalım diyorum, sevgi ile…