Yaşamı erteleme!

Yazar :

“Beni her ölüm etkiler.
Tanımasam bile üzülürüm
Yitirilmiş ümitlere…
Hiç gerçekleşmeyecek ideallere,
Yaşanmamış sevgilere üzülürüm…
Bu yüzden, korkarım yaşamı ertelemekten.
Ne yapılması ne söylenmesi gerekiyorsa
Söylenmeli, yapılmalı…”

Yaşama bakış açımı çok net özetleyen bir Tayfun Talipoğlu şiiridir.

Son yaşadığımız büyük felaketten herkesin kendine göre bir ders çıkarması gerektiğini ne de güzel anlatıyor.

Bugün deprem bölgesinde yaşayan hemen herkesin sahip olduğunu sandığı hemen her şeyin, değeri ne olursa olsun tüm maddi varlıkları, anıları, canlarından çok sevdiği canları uykuya dalarken yanı başındayken artık yok.

Eksilen sadece onlar mı? Elbette ki değil biz de eksildik hem de çok eksildik.

Gideni geri getirmek mümkün değil ve artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve olmayacak.

Depremden 2 önceki yaz. Bölgenin başımıza yıkılacağından habersiz bir tatil planlamıştık, ‘Yol’ da olmak güzeldir diyerek; sırası ile Gaziantep, Kahramanmaraş, Malatya, Elazığ, Erzincan, Tunceli, Diyarbakır, Bingöl, Adıyaman ve Şanlıurfa’yı gezip dönmüş, 8 günde 3000 km’ye yakın yol yaptık. Daha birkaç ay öncesinde Adana ve güzelim Hatay’ı bilmem kaçıncı kez gezmiştik.

Gastronominin Başkenti Antep’te ne sokaklarda gezip yediğimiz kebapları, tatlıları ne de muhteşem Zeugma mozaiklerinin sergilendiği müzede Çingene kızının bizi büyüleyen bakışlarını.

Kurtuluş Savaşı’ndaki mücadelesi ile geçmişi kahramanlık destanları ile dolu Maraş’ta, şehrin kuzeyine doğru onlarca vadi, yayla, şelale, göl gibi huzur dolu mekanlarını, yol üstü dondurmacılarını unutmadık.

Mezopotamya’dan gelen yolların kesiştiği doğu-batı ve kuzey-güneye uzanan yolların kavşak noktası ve tarihin her döneminde önemli bir yerleşim olan Malatya’nın kayısıları, islimli-islimsiz kaysı çekirdeklerinin tadı artık çok acı.

Elazığ’ın, kadim halklara yurt olmuş eski Harput evlerinde yaşadığımız Kürsübaşı geleneği, Harput kalesi ve çedene kahvesi, Şavak tulum peyniri, Ağın leblebisi, badem şekeri. Eskibağlar’da içtiğimiz kadim toprakların şarapları zehirdir bize.

Kemaliye kanyonunda gezerken hayran olduğumuz doğanın bize bunu da yapacağını nerden bilebilirdik?

Tunceli’de, Ovacık’ta tanıştığımız ülkenin dününü bugününü ve yarınını konuştuğumuz aydınlık yüzlü insanlarıyla Munzur gözelerinde içtiğimiz bir demli çayın 2. bardağını bir daha ne zaman içebileceğiz?

Diyarbakır Surları’nı, kiliselerini, Ulu Cami’sini, Dört Ayaklı Minare’yi iyi ki görmüşüz. Şimdi Hasan paşa hanında yüz tabaklık kahvaltı sofrasını önümüze serseler ne balın tadı olur ne de reçelin.

Bingöl’de Turna Gölü’nde yüzen adalar, depremden sonra yine aynı keyifle seyredilebilir mi?

Adıyaman’da Nemrut’a çıkışımız geldi gözümün önüne. Bir daha o muhteşem anıtların yanında oturup, gün batımını, gün doğumunu izlemek ne zaman mümkün olur ki?

Doğduğum yer, hemen her yıl gezdiğim sokaklar, fotoğrafladığım insanlar, hanlar, çarşılar, camiler…

Sıra gecesinde söylerken gözümüzün dolduğu Urfa’nın Etrafı türküsüne eşlik ettiğimiz o evler ne halde şimdi?

Hatay’ın Çan, Hazan, Ezan sesleri artık duyulamıyor ki acılı feryatlardan.

Adana’yı, Seyhan Nehri’ni, Küçük Saati, Sinema Müzesi’ni, sanayideki ciğerci Kel Mahmut’u, Apranti’yi unutmak mümkün mü?

Tam da bu yüzden işte aklımıza mı geldi, kalkın düşün yollara, insan sıcağı dostlarla tanışın, yiyin, için, gezin, fotoğraflayın. Merak edin, sorun, öğrenin, yaşayın, yaşamı ertelemeyin. Umarım kentlerimizin tümü tez zamanda bilinçli, sorumluk sahibi, işinin uzmanlarının eli ile tekrar toparlanır ve yeni anılar biriktirmek için biz de düşeriz yollara.

Kim bilir belki de bu yollara hiç gitmemiş ertelemiş dostlarla.

Etiketler :
Kategori :
Genel

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir