Oktay Hasırcı yazdı:
Geçen yazım 2 Temmuz’da, orman yangınlarından dolayı yarım kalmıştı. Yazamamıştım; duygusal hallerim ve kızgınlığımdan dolayı… Bugün Temmuz’un sonu, 30 Temmuz. Geçen bir ayda değişen hiçbir şey olmadı. Bir aydır aralıksız ülkenin her tarafında yangınlar var. Yakıyorlar, söndürmüyorlar. Bunun kader olduğunu söyleyen yetkililer bile var. İnanılmaz bir yerdeyiz. Ülkenin hangi sorununu anlatayım? Zaten hepimiz her şeyi görüyoruz, gözümüzün önünde cereyan ediyor.
Bir tarafta orman yanıyor, öteki tarafta siyasetçiler kendi problemleriyle uğraşıyor. Halkın problemlerini dinleyen yok. Ekonomi zaten bozuk, her zamanki gibi. Yine iş, güç, söndürmek köylüye düştü, yerli halka düştü, vatandaşa düştü. Beton pompalarının, mikserlerinin, tarım ilaçlama römorklarının yangın söndürmede kullanılabileceğini öğrendik.
Bu kadar aciziz ki… Biz, kağnı arabasıyla —hani şu iki öküzün çektiği, ahşap, tahta tekerlekli, 100 yıl önceki araçtan bahsediyorum— Kurtuluş Savaşı’nda cepheye silah taşımış köylülerin kahramanlıklarıyla bu vatanı bize emanet eden insanların torunlarıyız. Şimdi ormanları kurtarmak için yine çiftçiler seferber olmuş vaziyette. Patlak lastikle, kendi malını hiçe sayan bizim köylümüz yangına su taşıyor.
Bir uçak alınmıyor ya da alınmak istenmiyor. Halbuki alınmak istense, dünyanın en büyük orman yangın ekibini kurarız. Çünkü buna gücümüz var. Bu insanlar, bu topraklar, bu vatandaşlar, bu köylüler, bu millet böyle yönetilmeyi hak etmiyor.
Kızgınım.
Kızgınız.
Kırgınız.
Ne yazsak boş, ne yapsak boş. Ve gerçekten… köylü milletin efendisiymiş.
Yanan yerleri hemen ağaçlandıralım isteniyor. “Meyve ağacı dikelim, zeytin ağacı dikelim, çam ağacından uzak duralım” deniliyor. Bu kadar kolay mı? Zaten o yanan yerlerin temizlenmesi ve dikilecek hale gelmesi en az bir iki yıl sürecek.
Başka önemli yol ve gene karşımızda aynı senaryo: RANT.
Güneş dumana boğuldu.
Ay ve yıldızlar yüzünü kapattı.
Gördünüz mü?
Ayakları olmayan ağaçlar kaçamadı.
Kanatları yanan kuşlar uçamadı.
Sincaplar,
Kaplumbağalar,
Envai çeşit hayvanlar yuvasını bırakıp gidemedi.
Yanan her ağacın,
Her hayvanın,
Canıyla mücadele yapan her insanın,
Korkup ağlayan her çocuğun gözyaşı damlaları kadar yansın sebep olanlar inşallah.
Bir husus daha var. Bir hava tahmin uzmanının —emekli bir hava tahmin uzmanının— sayfasını takip ediyorum. Bulutların Balkanlar’dan ya da Adriyatik üzerinden gelen, Avrupa üzerinden gelen bulutların belli bir süre sonra Türkiye’ye ulaşacağını 40 yıldır gözlemleyen bir uzman… Son bir yıldır diyor ki: Ege Denizi üzerine geldiğinde bulutlar bir şekilde güneye, aşağıya dönüyormuş. Bunun imkânı olmadığını söylüyor ama ne hikmetse, nasılsa bir şeyler oluyor ve bize yağmur gelmiyor. Kuraklık kapımızı çalmak üzere.
İyice paranoyak olduk: Bulutlarımızı çalıyorlar, yağmurumuzu çalıyorlar, ormanlarımızı söndürmeyip yanmasına belki de izin veriyorlar. Kimine göre iklim kanunundan dolayı, karbon salınımından dolayı yanmasına izin verildiğini söyleyen uzmanlar bile var.
Bir ülkede hiçbir şey doğru gitmez mi arkadaş?
Öte yandan da Suriye’yi adam etmeye çalışıyoruz. Suriye, komik bir şekilde bize giriş ücreti, vize uyguluyor. Azerbaycan’dan Suriye’ye bizim garantörlüğümüzde doğal gaz verilecekmiş.
Bize göre doğru yönetemiyorsunuz. Onlara göre çok iyi yönetiyorlar.
Yerelde, malum CHP kongre sürecinde Urla’mızda ilçe seçimi var. Pek çok konuşmalar tabii, dedikodular çok. Sosyal medyadan takip ediyoruz. Toplayıcı bir abiye ya da başkana ihtiyaç varmış. 5–10 kişi karar vermeye çalışıyormuş.
Arkadaşlar, 5000’den fazla üyeniz var, %70 oyunuz var. Ben dağınık bir şey göremiyorum. Mesele koltuk herhalde. Siz Atatürk’ün kurduğu partisiniz. Onun gibi düşünün. Cumhuriyetin gereğini yapın. 5/10 listeyi koyun delegenin önüne, delegeler gereğini yapsın. Sonra “Cumhuriyet bu mu, halk ne düşünür?” karşınıza dikilip sorarlar, cevap veremezsiniz.
Atatürk ömründe tek bir soruya cevap veremedi.
Soru şuydu:
Mustafa Kemal, Mersin gezisindeyken şehirde gördüğü büyük binaları sormuş:
– Bu köşk kimin?
– Kirkor’un.
– Ya şu koca bina kimin?
– Yargo’nun.
– Ya şu?
– Solomon’un.
Atatürk sinirlenerek sormuş:
“Onlar bu binaları yaparken siz neredeydiniz!?”
Toplananların arasında bir köylünün sesi duyulur:
– Biz Yemen’de, Tuna boylarında, Balkanlar’da, Arnavutluk Dağları’nda, Kafkaslar’da, Çanakkale’de savaşıyorduk Paşam!
Atatürk bu hatırasını anlatırken “Hayatta cevap veremediğim yegâne insan bu aksakallı ihtiyar olmuştur” demiştir.
Urla’da daha çok konuşuruz CHP’yi. Bu süreçte kongreler zor dur.
Ve unutulmamalı ki her üyenin başkan ya da yönetimde olma planları vardır.
Bu heyecanı 5–10 kişiyle sınırlamayın.