“Yürürsün tükenmez seçtiğin yol / sen tükenirsin kaldığın yerde.”
Avram Ventura
Jan Gehl İnsan İçin Kentler kitabında;
Öne çıkan dört unsur var: yaşam dolu, güvenli, sürdürülebilir ve sağlıklı kentler geliştirmek! Buna ulaşmak için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini çok sayıda görsel malzeme eşliğinde, dünyanın farklı kentlerinden örneklerle ele alan Jan Gehl, zaman zaman hepimizin aklından geçen soruları da soruyor: taşıtlara daha çok yer açmak, baskın bir kent politikası olmalı mı?
Bende bu soruyu kendime çok sorar oldum. Evimden Urla merkeze, çarşıya ya da dönüşte evime gelinceye kadar yaşadığım stresli zamanlarda.
“İkinci binyıldan kısa bir süre sonra tarihte ilk kez küresel nüfusun çoğunluğu kırsal olmaktan çok kentsel hale geldi. Kentler hızla büyüdü ve önümüzdeki yıllarda kentsel büyüme hızlanmaya devam edecek. (…) Bu kitapta kent planlamanın insan boyutuna odaklanılmasının arka planında da bu yatıyor. Kentler şehir plancılarını ve mimarları daha yaşam dolu, güvenli, sürdürülebilir ve sağlıklı kentler geliştirecek bütünlüklü bir kent politikası olarak yayalaşmayı desteklemeye teşvik etmelidir.”
Yolda olmayı ve yolculukları severim, ama uçak yolculuklarını daha çok. Uçak yolculuklarımda tercihim eğer mümkünse hep cam kenarı koltuklar olur.
Bir kentten ayrılırken veya bir kente inerken şehri tüm çeperleri ile ada ada parsel parsel görmek hoşuma gider. Konutları bahçeleri sanayi bölgelerini, tarım arazilerini, ormanları, dağları ve bunları birbirine yaklaştıran yolları. Denizlerde koca gemiler, yollarda devasa kamyonlar, arabalar hepsi oyuncakmış gibi gelir.
Koltuğuma oturduğumda uçağın kalkışı ile birlikte cama adeta yapışır,
uçağın yerden kopuşu ile birlikte yere baktığımda giderek daha da genişleyen bir bakış açısıyla arkamızda bıraktığımız kentin nasıl bir dokuya ve karaktere sahip olduğunun farkına varırız.
Denizlerle kara parçalarının, kara parçalarıyla yapı adalarının, yapı adalarıyla yolların ve hepsiyle bizim yani ‘’insanın’’ ölçek aralığını ve bizim bu ölçek aralığını algılamakta ne kadar uzak olduğumuzu uçak yolculuklarıyla fark ederim.
Ya da uçak iniş için alçalmaya başladığında gittiğim kentin nasıl bir yerleşim olduğunu anlamaya tahmin etmeye yorumlamaya çalışır. Havadan karaya ayak bastığımda mobilize olunca ne yöne gideceğimin neler yapabileceğimin hayalini kurarım.
Dünyanın pek çok ülkesinde, kentinde örümcek ağı gibi örülmüş demiryollarını görünce, içinden su geçen kentlerin her kıyısına irili ufaklı teknelerle ulaşımı, yarısı bisikletlilere ayrılmış yollarını görünce medeniyetin aslında tek dişi kalmış canavar olmadığını anlıyorsunuz.
Yerel yönetimlerin bunu nasıl başardığını bir kenti gezerken araç kiraladığınızda, günlük araç kirasının birkaç katı otopark parası ödeyince anlıyorsunuz. Hoş bizim büyük kentlerimizin de artık Avrupa kentlerinden eksiği kalmadı.
Urla’mızda öylemi ya; 3 TL otopark parası vermemek için Meydan AVM’ye tırmanmış araç mı ararsınız, araç park edilmesin diye dükkanının önüne sandalye atan esnafın o sandalyesinin yanında 2. ve 3. sırayı yapanlar mı? Son zamanlarda özellikle Urla girişinde, Jandarma Kavşağı’nda vs. yola konulmuş, yolu bölen plastik babalar hangi aklın ürünü çok merak ediyorum. Zaten park etmiş araçlardan tek şeride düşmüş yolda bir de o daraltmayı düşünün.
Kent plancıları Urla’ya ait planları en son ne zaman yapmışlardı. Urla’nın bu kadar bina, araç, insan yoğunluğunu öngörmüşler miydi bilmiyorum. Ama bence Urla’nın çok acil bir planlamaya daha ihtiyacı var özellikle de yolların.
Ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağız… Aman düzgün bir yol olsun!

